Gezi

Güney Vietnam…

GÜNEY VİETNAM  HO CHI MINH – DA LAT – NHA TRANG
Geçen sayılarımızda Güney Vietnam’ı gezmeye başlamıştık. Bu sayımızda da kaldığımız yerden devam ediyoruz.
HO CHI MINH

İlk durağımız yeni adıyla Ho Chi Minh, eski adıyla Saigon. Yaklaşık 250 yıl önce Khmer balıkçı köyü olarak kurulmuş. 1859-1954 yılları arasında Fransız sömürgesi olmuş. 1955 yılında Kuzey ve Güney olarak parçalanmış. Parçalandıktan sonra şehir, Fransa ile ABD’nin desteklediği Güney Vietnam Cumhuriyeti’nin başkentliğini yapmış. 1975 yılında birleşmeden sonra, bağımsızlık harekatının önderi ve Vietnam Demokratik Cumhuriyeti’nin ilk başkanı Ho Chi Minh’in  adını almış. “Işığa Kavuşturan” anlamına geliyormuş. Şehirde sömürge dönemi öncesi bir şey kalmamış. Yaklaşık 100 yıl süren sömürge döneminde Fransız şehri gibi şekillendirilmiş.
Şehir merkezinde bulunan tapınağı yıkıp, yerine Saigon Notre Dame Bazilikasını yapmışlar. Bina restorasyonda olduğu için kapalıydı. Fakatttt Pazar günü ayin için açmışlar. Kapıda sıkı güvenlik vardı. Kuş uçurmuyorlardı! Biz, tereddütsüz kapıya yöneldik. Güvenlik almak istemedi “İbadet serbest değil mi?” deyince bıraktı. İçeride çok ahım, şahım bir şey yoktu. Ama İncil Fransızca okunuyor, ilahiler Fransızca söyleniyor, vaaz Fransızca veriliyordu. Oldukça kalabalıktı. Herkes gayet güzel eşlik ediyordu. 33 yıl sonra bile herkesin hala Fransızca konuşması içimi burktu!
Şehrin ortasındaki Yeniden Birleşim Sarayı, Güney Vietnam Hükümetinin ana komuta merkeziymiş. 30 Nisan 1975’de Vietnam Halk Ordusu’nun tanklarla kuşatıp savaşı bitirdiği şekli ile bırakmışlar. Savaş Müzesi’nde ise 20 yıllık birleşim sürecinde yaşadıklarını, ABD’nin ağır kimyasallarla hem insanlara, hem doğaya nasıl zarar verdiklerini gözler önüne seriyorlardı. Savaş döneminden kalan tanklar, uçaklar şehirdeki pek çok Devlet Dairesinin bahçelerinde sergileniyor. Bir de halka dikkatli bakarsanız sakat insanları fark ediyorsunuz. Şehir, Fransızların baskısından, ABD’nin verdiği acılardan kurtulamamış!
Ben Thanh Pazarı, sebze, meyve, balık, hediyelik eşya, yiyeceklerin satıldığı kapalı çarşı. Fiyatları da çok uygun. Yolumuzun üzerinde olduğu için giderken meyve suyu içtik, dönüşte yemek yedik. Tavsiye edebilirim.
Mariamman Hindu Tapınağı’nı ziyaret edebiliyorsunuz. Nepal’de Hindu Tapınaklarına Hindu olmayanların girmesi yasaktı. Biz de ilk defa bir Hindu Tapınağını ziyaret ettik. Renkli heykelleri ile klasik bir tapınaktı. Dikkatimi çeken, duvara yaslanıp ağlayarak dua etmeleri oldu. Bana Kudüs’teki ağlama duvarını hatırlattı.
Jade Emperor şehirdeki eski pagodalardan. Tarih müzesi, mutlaka görmeniz gerekenlerden. İlk çağlardan günümüze kadar gelen eserler sergileniyor. Tam karşısında İmparator Pagodası var. İbadete kapalı, müze olarak geziyorsunuz.

Opera Binası sömürge döneminden. Lune Production’ın “Teh Dar” oyunu sergileniyordu. Konusunu masallardan almış. Çoğunlukla ormanda geçiyordu. Nasıl akrobatik hareketler, müthişti! İzlemeye doyamadık.
DAİ TAPINAĞI
Caodaizm/Kaodaizm dinini daha önce duydunuz mu? Biz de Vietnam’ı araştırırken öğrendik.
Caodaizm: 1878 doğumlu Ngo Van Chieu adlı bir hükümet görevlisinin kendisine gelen vahi ile ideal dine ulaşmak için doğunun, batının bütün dinlerini, kutsal inançlarını birleştirerek Vietnam’da oluşturduğu dinmiş. Alkol, uyuşturucu, hayvansal gıdalar yasakmış. İlk mabetleri Tay Nihn ‘de açılmış, 1926 yılında da resmen din olarak kabul edilmiş. İnanışlarına göre; özel törenlerde din adamları, ruhlarla iletişime geçip, vahiy alabiliyorlar. Reenkarnasyonu kabul ediyorlar. Asıl hedefleri doğum, ölüm çemberinden kurtulup Tanrı’ya ulaşmakmış. Günde dört defa ibadet ediyorlarmış. Öğlen 12:00 gibi yaptıkları ibadeti izleyebiliyormuşuz! Bunu öğrenince turumuza Ho Chi Minh’e yaklaşık 100 km mesafedeki Cao Dai  Tapınağını ekledik.
Sabah erkenden The Sinh Turizm ile hareket ettik. Şehirdeki yoğun trafikten çıkıp yola koyulmak epey bir zamanımızı aldı. Öğlen 11:45 gibi ulaşabildik. İçinde tapınak, kreş, okul, evlerin, dükkanların, tarlalarının bulunduğu yüksek duvarlarla kendilerini diğerlerinden ayırdıkları büyük özerk bir alan yapmışlar. Genelde hakim renk sarımsı krem, açık mavi. Oldukça büyük, dikdörtgen planlı tapınağın, etrafında kuleleri var. Tören başlamak üzere olunca hemen içeri girdik. Ana kapıdan sonra sağlı, sollu kapılar var. Erkekler sağdan, kadınlar sol kapıdan içeri giriyor. Salonda da erkekler sağ tarafta, kadınlar sol tarafta ibadet ediyorlar. Bizi yukarıya balkona aldılar. Onları arkalarından izledik. Yukarıda bizimle birlikte orkestra, koro da vardı. Koro ilahiler söylerken, orkestra eşlik ediyordu. Müritleri gong sesi ile üç kere secde ederek, daha ziyade oturarak ibadet ediyorlardı. Kıyafetleri de oldukça ilginçti. Kadınların hepsi beyaz uzun kollu tunik, pantolon, erkekler genelde beyaz, statülerine göre sarı, mavi, kırmızı renklerde tunik, pantolon giyiyordu. Kafalarında kukuleta tarzı şapkaları vardı. Saflar çok düzgün sıralanmıştı. Salon zemini hafif basamaklarla kıbleye doğru yükseliyordu. Tavanı taşıyan ana kolonları rengarenk ejderhalar, Budizm, Hinduizm ögeleri ile süslemişlerdi. Kıblede çok büyük, salonun diğer yerlerinde daha küçük masonik göz simgesi vardı. Tanrısal sol gözmüş. Çünkü Yang (eril yön) sol tarafmış! İbadet bir saat sürdü. Bittikten sonra da salonu gezmemize izin verdiler.
CHU CHİ TÜNELLERİ

Turumuzun ikinci kısmı Chu Chi tünellerini kapsıyordu. Vietnam’ın birleşmesinde büyük rol oynayan, Vietkong askerleri ile halkın hem saklanma, hem de saldırılarını gerçekleştirdiği, ABD ordusunu canından bezdirdikleri tüneller.

Ormanı, açık hava müzesine çevirmişler. Kurdukları tuzakları, işaretleri gösterdiler. Hedef askerleri öldürmek değil, yaralamakmış! Çünkü arkadaşları yaralıyı geride bırakmayacağı için otomatik olarak en az iki kişi savaşamayacak hala geliyormuş. Yürüyenin ne tarafa gittiği anlaşılmasın diye terliklerinin taban kısmını birini ileri, diğerini ters şekilde yapıyorlarmış. Daha neler neler…..
120 km. uzunluğundaki tünelleri, bildiğiniz karınca yuvası gibi ince ince oymuşlar. Küçük odacıklar yapmışlar. Girişin genişliği iki karış kadardı İsteyen girebiliyordu. Derhal denedim. Çok rahat içine girebildim. Ancak derindi. Çıkamadım! Sağ olsun rehberle, izbandut gibi bir turist beni çekip çıkarttılar! Bu başarısızlık beni yıldırmadı. Daha sonra “Tünelleri denemek isteyenler var mı?” diye sordular. Önce kadınları aldılar. Rehber asker önde ben arkada, bizim arkamızdan bir kaç kişi daha daldık tünele. Tünelin içinde bazı yerlerde hafif ışıklandırma vardı. Genelde karanlık, dar bir dehliz. İniş ve çıkışlarla dolu. Önünüzü net göremiyorsunuz. Bir, iki kere yuvarlandım. Ama beni etkilemedi. Tünele girip de bunalanlar için her 30 m.de çıkış yapmışlar. Son çıkışta arkama baktım ki bir ben bir de bizim Hong Kong’lu kalmışız. Sinan, dizlerim kilitlenir korkusu ile ilk çıkıştan tüymüş.
Tünellerdeki böcekler, karanlık falan diye yazılar okumuştum. Biz uzun pantolon, kollu gömlekle girdik. Hiç bir olumsuzluk, börtü böcekle karşılaşmadık. Yıllarca daracık tünellerde, odacıklarda saklanmak, iki büklüm alanlarda yaşamak korkunç bir şey! Hatta o tünellerde doğum yapan kadınlar, tünellerde doğmuş halen yaşayan insanlar varmış! Şimdi bize atraksiyon geliyor; amacını, süresini düşününce insanın hafızası almıyor.
Ho Chi Minh, ülkenin en kalabalık kenti. Ülkede motosiklet çok kullanılıyor. Burada inanılmaz boyutlara ulaşmış. Yol, kaldırım, ters yön gibi bir problemleri yok. Her yer onlara ait, üstünlük onların.
Motosikletle kap kaç konusunda uyarılmıştık. Çok şükür! Kötü olaylar yaşamadık. Tanık da olmadık. Gecenin geç vakitlerinde ya da sabahın erken saatlerinde dışarıda bulunduk. Mümkün olduğunca kalabalık, aydınlık yerlerde yürümeye, karanlık, ara sokaklara girmemeye özen gösterdik.
DA LAT

Bir sonraki yerimiz dağ kasabası olan Da Lat’tı. Oraya ulaşmanın tek seçeneği de otobüs olunca gece otobüsünü tercih ettik. Çok ilginçti! Biletlerimizi alırken naylon poşet, su verdiler. Otobüse binerken ayakkabılarınızı çıkarıyorsunuz, poşetlere koyuyorsunuz. Biz de poşeti mide bulantısı için zannetmiştik! Aracın içine yalın ayak ya da çorapla girebiliyorsunuz. İçeride cam kenarlarında bir, ortada bir sıra olmak üzere üç sıra, iki katlı ranza sistemi var. Ayaklarınızı uzattığınız kısım kapalı, sırt kısmı hafif dik yastıklı, battaniyeli yataklar. Ben rahat sığdım, Sinan biraz sıkışmış. İri yarı Avrupalılar, maalesef azıcık dört kat oldular. Geceyi çok rahat uyuyarak geçirdik.

Sabah Da Lat’a 6:00 gibi ulaşacaktık. Şoför nasıl geldiyse! Saat 4:00’te oradaydık. Kasaba uyuyordu. Booking.com’dan ayarladığımız Hostel Redhouse yürüyerek gittik. Resepsiyon görevlisi yeni gelen turistlerle ilgileniyordu. Beklerken Hostel’in sahibi (sanıyorum Çinli) dazlak geldi. Görevliyi İngilizce fırçaladı. Sinirle bize döndü. Sinan, Booking.com’dan aldığı dökümü gösterdi. Güya listede bulamadı. Bu fiyata olmaz dedi. Koridorda, dışarıyı görmeyen, kötü bir yerdeki odayı lütfederek verdi. Resmen mobing uyguladı.

Sabah The Sinh Tur’la gezimiz vardı. Göl kıyısına kurulmuş olan Da Lat’ı çiçek bahçesi olarak tanımladıklarından ilk durağımız çiçek seraları oldu. Daha sonra Elephant Waterfall yani fil şelalesine gittik. Suyun içindeki çok büyük yuvarlak kayalar, suda yüzen fillerin sırtına benzediği için bu ismi almış. Rehber bizi taşlı, çakıllı, kaygan patikadan şelalenin altındaki mağaraya götürdü. Suyun dökülüşü, oluşturduğu gök kuşağı, ince buğu çok güzeldi. Son durağımız Langbıang dağı oldu. Jip ile çıktığımız dağın tepesinden Da Lat vadisi bütün güzelliğiyle görülüyordu. Linh Phuoc Pagoda’sını ziyaret ettikten sonra dönüşte şehir girişinde bulunan Da Lat Flower Park’ı gezdik. Rengarenk çiçeklerle, orkidelerle süslü park inanılmaz güzeldi. Yolumuzun üzerindeki Da Lat Katedralini de gezdik.

Ertesi gün Nha Trang’a geçecektik, son otobüs saat 13:00’teydi. Sabah acele “Love Vally” e gittik. Giriş ücretliydi. Tarih 8 Mart olunca “Dünya Kadınlar Günü” nedeniyle kadınlara %50 indirimliymiş. Çok mutlu oldum. Vietnam, Dünya’da Kadınlar Gününü resmi tatil yaparak kutlayan nadir ülkelerden. İçerisinde gölü bulunan vadi, yemyeşil ağaçlarla kaplı. Ayrıca temalı heykellerle, çiçeklerle süslemişler. Ulaşımı; etrafı açık, üstü kapalı elektrikli araçlarla sağlıyorlar. Kadınlar Günü nedeniyle içerisi inanılmaz kalabalıktı.

Sinan, otelden ayrılırken ukala patrona  rezervasyonumuzda bahçeye bakan kral odası yazdığını, kaldığımız odanın da fiyatının çok düşük olduğunu falan söyledi. Adam takmadı bile. Biz de kaldığımız odanın fotoğraflarını özellikle eşyalarımızla birlikte çekip, Booking.com’a şikayet ettik. Neyse otobüsümüzü yakaladık. Tangır tungur dağ yollarından Nha Trang’a vardık.
NHA TRANG

Nha Trang çok uzun, kumsallara sahip turistik bir şehir. Rus turistler sıcak suları çoktan keşfetmişler. Işıklı tabelalarda bile Rusça reklamlar vardı.
Kumsalın güzelliğinden dolayı sahil şeridi lüks otellerle dolu, bir kısmı da inşaat halinde. Tran Phu caddesindeki mağazalar, kafeler şık, zengin turistlerin mekanı. Yerli halk daha içerilerde yaşıyor.

Şehir ile iç içe olan Po Nagar balıkçı köyünde Cham’ların Hinduizm’e inandıkları dönemde yaptıkları Hindu tapınağı “Cham Tower” var. Hoi An’daki My Son’ın küçük bir kopyası. Tek fark My Son müze, Cham Tower ise hem ibadet edilip, hem de gezilebiliyor. Yolunuz düşerse burayı atlamayın.

Hon Chong kayalıkları, Dam Market, Long Son Pagoda, Nha Trang Katedrali kaçırmamanız gereken yerler.

Şehrin, nehir tarafındaki çamur banyolarını da unutmamak gerek. Biz Tâm Bùn Khoâng İ Resort otelin çamur banyosu turuna katıldık. Geniş, açık alanda, ağaçların altında termal havuzlar, duşlar, kafeteryalar vardı. Çamur banyosu için 2,4,8 kişilik küvetler hazırlamışlardı. Girileceği zaman çamurlu, termal su ile dolduruyorlar, çıkanın ardından boşaltıp temizliyorlardı. Pek çok hastalığa derman diye açıklaması vardı. Çok keyifliydi. Tavsiye ederim.

Bu arada şikayetimizle ilgili Booking.com’dan 15 gün sonra cevap geldi “Firma, size 10 USD iade yapacak” diye! Parası için değil, dazlak patrona ders olsun diye çok sevindik. Halbuki ilk tanıştığı Türkler bizdik. Biz de uyanık çıktık.

Sayımızın sonuna geldik. Kimsenin, kimseyi üzmeyeceği, üzemeyeceği mutlu günler diliyorum……

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading

Paylaş :

Comment here