Yemek hayatımızın olmazsa olmaz unsurlarından birisidir. İnsanoğlu var olduğu günden bugüne kadar yaşamını sürdürebilmek ve beslenme gereksinimini yerine getirmek için çeşitli uğraşlarda bulunup mücadeleler vermiştir. Yemek hepimizin bildiği üzere hayatta kalmamızı sağlayan en önemli faktördür. İlk dönemlerdeki insan topluluklarında bile yeme içmenin kutsal bir tarafı vardır. Kendine has ve kendine mahsus ritüelleri vardır. İnsanoğlu besinlerini elde ettiği doğaya, bitkilere, canlılara karşı son derece saygılı ve hakkını vererek davranmıştır. Beslenme ritüelinin, aile olmak ve bir arada bulunmak için çok önemli bir vazife gördüğünü düşünüyorum. Aile olmanın temeli bir arada olmaktır. Bir arada olmayı sağlayan en etkili yöntem de yemek masasında toplanmaktır. Baktığımız zaman tüm topluluklarda acılar, mutluluklar, özel günler, heyecanlar hep yemek masasında konuşulup paylaşılır ve çözüme kavuşturulur. Hatta toplumsal olaylar ve sorunlar bile çoğunlukla yemek masalarında tartışılır. Yemek masasında buluşmayı sürdüren aileler, bence toplumun en güzel çekirdeğini oluşturur. Belki her gün bir arada yemek yemek mümkün olmayabilir ancak en azından hafta bir büyük ailelerin bir yemek masası başında buluşmasını tavsiye ederim.
Yemek yemek insan yaşamının sürdürülebilmesi için en önemli öğe diyoruz, insana hayat katar diyoruz ancak bazı gıdalar da ne yazık ki insan sağlığını tehlikeye atıyor, yaşam süremizi kısaltıyor. Meseleye biraz daha proaktif baktığımızda soframıza gelen gıdalar nereden, kimin elinden, hangi koşullardan geçti, nasıl ekildi, üretildi ve soframıza kadar nasıl yolculuk yaptı bilmiyoruz. Bütün bu safahatlardan uzaklaştıkça aslında kendi hayatımıza da yabancılaşıp uzaklaşıyoruz. Bugün toplumu kemiren, kanser, kalp-damar rahatsızlıkları, diyabet, obezitenin altında beslenme konusuna yabancılaşma yatmaktadır. Bireyler tek tek, bunların faturasını acı bir şekilde ödemektedir. Günümüzde öyle bir duruma geldik ki, yeni yetişen nesil hangi sebzenin ağaçtan hangi sebzenin toprakta fidandan yetiştiğini bilmiyor. Çocuklar ve gençler toprağa, doğaya son derece yabancı kaldı. Beslenme insanlığın sürdürülebilmesinin temeli olduğuna göre, besinlerin nasıl yetiştirildiği, toprağın ve gıdaların hangi koşullardan geçtiği daha ilkokul sıralarında öğretilmelidir. Bilinçli nesiller yetiştirilmelidir. Gelecek ancak böyle kurtarılır. Fransa, Almanya, İtalya…vb. birçok Avrupa ülkesinin nüfuslarının büyük bir çoğunluğu tarıma dayalıdır. Biz onlara ileri derecede sanayileşmiş toplumlar diyoruz ama bunların sanayi güçlerini tarımdan ve ziraatten aldıklarını biz çok geç anladık. Biz sanayileşelim ve Batılılaşalım derken Anadolu topraklarını terk ettik. Anadolu’daki topraklarımızı ne yazık ki bağ iken, dağ haline getirdik. Hak ettiği değeri veremedik. Verimli topraklara sahipken, bütün tarım ürünlerimizi Kanada’dan, Brezilya’dan, İran’dan, İspanya’dan, Arjantin’den alır hale geldik. Ülkemizdeki 80 milyonu aşan nüfusumuz var. Bu nüfusun büyük çoğunluğu kentlere göç etmiş, askeri ücrete razı gelerek, üreticilikten uzaklaşmış ve sağlıksız besinleri tüketmeye de mahkum bırakılmıştır. Bu kadar verimli topraklara sahip olmamıza rağmen, yapay, suni, genetiği değiştirilmiş, ağır kimyasalların, tarım gübrelerinin etkisindeki hormonlu gıdalarla kendi sağlığımızı bozuyoruz. Doğal olarak mutsuz ve sağlıksız bir toplum oluyoruz. Halbuki Türkiye bir tarım cennetidir. Dört mevsimi yaşayan, muhteşem bir coğrafyada bulunuyoruz. Bizim halkımızın hala tarım ve hayvancılıkta yüzü gülmüyor. Tarımla uğraşan halkımızı maalesef ki küstürdük. Ürettiği ürünün karşılığını yeterince alamıyor, belirli bir üretim planlaması olmamasından dolayı ürettikleri elinde kalıyor ve pazara kadar ulaşamıyor. Ulaşanlar da maliyetinin çok altında para ediyor. Tarımın ve üretimin planlanmaması, dağıtım kısmının yetersizliği, üretici ve tüketicinin buluşamaması, ülkemizdeki haller yasası, toptancı yasası gibi sebepler hem üreticiyi hem de tüketiciyi mağdur ediyor. Tarım ve hayvancılık terk edilemeyecek kadar stratejik bir alandır. Ama bu dengeyi doğru sağlayarak köylümüzü, üreticimizi, küçük aile işletmelerimizi mutlaka korumamız gerekiyor. Mademki Batı’yı takip ediyoruz, o zaman Batı’nın tarıma nasıl değer verdiğinin de bilincinde olup, olaya doğru perspektiften yaklaşmamız gerekiyor. Herkesin yerli yerinde, görevini tam ve doğru bir şekilde yapması gerekiyor. Bunun için de çocuklarımıza ilkokuldan başlayarak tarım, hayvancılık, sağlıklı beslenme ve doğru gıda konularında eğitimler verilmelidir. Çocuklar yedikleri, içtikleri, tükettikleri besinlerin nerede ve ne koşullarda yetiştiğini bilip öğrenmelidir. Hatta sadece okul sıralarında değil, pratik yaparak, doğanın içine katarak yakın çevrelerdeki çiftliklere götürerek, üreticilerle yeni nesli buluşturmak gerekiyor. Zaten böyle yetişen gençler, sağlıklı beslenmenin önemini anlayacak ve bunu talep eder hale gelecektir. Çünkü insanlar neyi görürse, neyi bilirse onu istiyor. Şu anda bilmedikleri için adeta mumya gibi, heykel gibi çocuklar yetiştiriyoruz. Geleceğimizi riske atmayalım. Yeni nesli bu konuda bilinçlendirmek için elimizden ne geliyorsa yapalım.
- Yasaklı üretimden seferberliğe… - Mart 19, 2020
- 2008 Dünya Finansal Krizi sonrası tarım hayvancılık ve ekonominin gidişatı - Ağustos 27, 2019
- Yeni nesli sağlıklı beslenme konusunda bilinçlendirmeliyiz - Haziran 27, 2019
Comment here