Biraz mesleğimiz, biraz da şahsi merakımızdan, dünyayı görme imkânını bulduk. Sadece görmekle kalmayıp, fuarlar, ticari görüşmeler, proje çalışmaları ve şahsi dostluklardan dolayı da, insanların ve mensup olduğu toplumların davranış biçimlerini de gözlemledik.
Yurtdışına ilk kez 1999 yılında gitmiştim. Şehirlerin düzeni, bakımlılığı ve temizliği, mimari güzellikleri, yeşile ve doğaya verilen değer, insanların kibarlıkları, yolda-trafikte kurallara uyulması, yaya kaldırımından yola ayak basıldığında gerçekten otomobillerin durmaları, toplu ulaşım veya alış-verişlerde insanların muntazam sıralar oluşturup sabırla beklemeleri, mal ve hizmet fiyatlarındaki istikrar… Bunları görünce, çok imrenmiş ve “biz niye yapamıyoruz” diye kendime sormuştum.
İnsan, gittiği coğrafyaları ve kültürü beyninde konumlandırmak için kendi yaşadığı coğrafya ve kültürle kıyaslama ihtiyacı hissediyor. Başlangıçta, örf-adetlerimiz ile yemek gibi folklorik özelliklerimizin daha iyi olduğunu düşünsem bile, yaşam kalitesi, hayat standardı, çevre, insana verilen değer gibi genel konular bakımından değerlendirildiğinde hayranlık duymamak pek mümkün olmuyor.
Her fırsatta binlerce yıllık tarihimizden, kadim kültür ve geleneklerimizden, inancımız gereği sevgi ve barıştan yana olduğumuzdan bahsederiz. Bu kadar şey söyledikten sonra, neden yabancı ülkelerdeki düzen ve uygulamalara hayranlık duyuyoruz?
Daha önce de, bu sayfada defalarca yazdım. Sabah işe giderken, akşam eve dönerken kurallara uymuyor ve enerjimizi boşu-boşuna tüketiyoruz. Yargıya giden dava ve tikapler yıllar sürüyor, geç gelen adalet, adalet olmadığı için herkes mağdur oluyor. Kamu kurumlarındaki iş ve işlemler türlü gerekçelerle sürekli uzuyor. Kayıt dışılık bütün sektörlerin başında bela…
Ekonomi çok tuhaf… 31 Aralık günü 5.500 TL. olan asgari ücret, 1 Ocak günü 8.500 TL. Ücretler 1 günde % 55 değişince, mal ve hizmet fiyatları da 3 günde en az bu kadar değişiyor. Birkaç gün içinde ne oluyor da, fiyatlar katlanıyor. Ama hiç birimiz bundan memnun değiliz.
Şehir eşkıyaları her tarafta… Trafikte, kaldırımda, lokantada, sinemada, parkta, oturduğumuz sitelerde… Küfürlü konuşuyor, emniyet şeridinden sıkıştırıyor, sinyal vermiyor, sıraya girmiyor, hakaret ediyor, omuz atıyor, ters-ters bakıyor, bağırıyor, kurallara uymuyor. Polis çağırıyorsun, gelmiyor. Geliyor, tutanak tutulmuyor.
Adli kolluk olmadığı için tutulan tutanaklar, meramı anlatamıyor. Adaletin üzerinde sürekli iş biriktirildiği için kovuşturmalar genelde takipsizlikle sonuçlanıyor. Açılan davalardan sonuç çıkmıyor. Kişisel verilerin de eşkıyanın eline geçmesi, işin cabası. İte bulaşmak mı, çalıyı dolaşmak mı? Çoluğumuza-çocuğumuza tembih ediyoruz, evladım kimseye bulaşma, önüne bak ve devam et…
Oturduğumuz bina ve sitelerin ortak alanlarına, çatılara, tarım arazilerine, imar izni bulunmayan yerlere, sürekli kaçak kat-bina, kulübe, müştemilat yapılıyor. Çeşitli bahanelerle sürekli çıkarılan imar aflarıyla, şehirlerimiz her geçen gün gecekondulaşıyor, köylerimiz betonlaşıyor.
Yaptığımız iş ve işlemlerden dolayı vergi ve sigorta primleri tahakkuk ediyor. İşler ve ekonomi iyi olursa ödüyor, ödeyemediğimizde de taksitlendiriyoruz. Ama bir kesim var ki, ya vergi tahakkuk ettirmiyor, ya da tahakkuk eden vergi ve sigortalarını ödemiyorlar. Sürekli çıkarılan vergi afları ve matrah arttırımlarından faydalanıp, her seferinde büyük haksız kazanç elde ediyor ve paralarını adeta tertemiz yıkayıp-aklıyorlar. Hele bir kesim var ki, onların vergileri birebir adres gösterilerek, yasal düzenlemelerle siliniyor.
Okul yaşına gelmiş çocuğumuz var. Hangimiz, ikamet ettiğimiz semtimizde tercihlerimize uygun okul bulabiliyoruz? Minicik çocukları her sabah servislere bindirerek 10-15 km. mesafedeki okullara gönderiyoruz.
Her yer özel kolej, her yer vakıf üniversitesi… Verdikleri eğitimin kalitesi zaten soru işaretiydi. Pandemi ile başlayıp, depremle devam eden uzaktan eğitimden mezun olan öğrenciler, acaba yeterliliklerin neresindeler? Toplumun ihtiyacı ara eleman… Eğitimli ve mesleki beceriye sahip aşçı, kasap, taksici-sürücü, kuaför, teknisyen, tekniker… Bu kadar çok lisans mezununu ne yapacak?
Bir çok yerde halka açık ikram organizasyonları yapıyoruz. Yukarıda bahsi geçen yabancı ülkelerde fuar, festival, spor şenliklerinde insanların sıraya girip, birer tane aldıklarına birebir şahit oldum. Hep kültürümüz, geleneğimiz, inancımızla övünüyoruz ya!.. Aynı ikramları ülkemizde yaptığımızda kimin neyi kaptığı belli değil. Bırakın sıradan dağıtmayı, personelimize ait yemek, servis için kullandığımız araç gereci zor kurtardığımız zamanlar oluyor. Üstelik bu sadece şehrin çeperlerinde değil, en münevver olması umulan semtler ve seküler modern görüntü veren insanlarda da böyle…
Söylemle kültürlü olunmuyor, söylemle inançlı olunmuyor, söylemle medeni olunmuyor, söylemle ekonomik istikrar sağlanmıyor, söylemle güvenlik olmuyor.. Nasıl ki, bir dişlinin çalışabilmesi için tüm dişlerinin tamam olması gerekir, toplumun güçlü olabilmesi için adil, muhakeme yeteneği olan, kurallara uyan, becerikli vatandaşlara, erdemli bireylere ihtiyacı var. Başımıza bir şey gelmiyorsa, bu düzenli bir ülkede yaşadığımızdan ziyade, büyük ölçüde nizadan ve beladan uzak durmaya çalıştığımız için….
1999 yılından bu yana 24 yıl geçti. Ülkemizin çeşitli yerlerine bir sürü yeni otoyol, baraj, köprü, havalimanı, hastane, metro-tren hattı, gökdelenler yapıldı. Onlarca vakıf üniversitesi, yüzlerce kolej açıldı. Ama ne yazık ki, halâ daha aynı şeyleri konuşuyoruz.
- YENİ NORMAL - Ekim 31, 2024
- Devletimiz güçlüdür. Peki,adil mi? - Ekim 7, 2024
- Her Şeye Rağmen Yine Vatan - Ağustos 27, 2024
Comment here