Gezi

KIRGIZİSTAN – 2

KIRGIZİSTAN – 2
OŞ – UZGEN – SAYMALI TAŞ

Bişkek, Oş arası 587 km. Dağ yolları oldukça bozuk. Gidişte uçağı kullanıp zamandan tasarruf edelim dedik.

Tanrı Dağları ile Tiyenşan Dağları arasında kalıyor. Kırgızistan’ın güney başkenti. Süleyman Dağının eteklerinde, Fergane Vadisinde bulunuyor. 3.000 yıllık tarihe sahip.
Şehrin ortasında Belediye binasına bakan Lenin heykeli var. S.S.C.B.’ den ayrıldıktan sonra, Sovyet rejimine ait heykelleri kaldırmışlar ya da taşımışlar. Ne hikmetse bu heykele dokunmamışlar!
Meydanın hemen yanındaki Toktogul park, anıtlar kompleksi olarak düzenlenmiş. Ata Mekan Savaşı dedikleri 2. Dünya Savaşının bitimini kutlayan sönmez ateş burada. S.S.C.B.’ den ayrıldıktan sonra doğal gazı kesmişler. Sadece 2. Dünya Savaşının bitişi olan 3 Mayısta yanıyormuş.
Heykeller kompleksinin arkasında 10-16 Haziran 2010 tarihinde Özbek ve Kırgız halkları arasında çıkan çatışmada ölen binlerce insanın anısına yapılan “Annelerin Göz Yaşı” anıtı var. Birbirlerine sarılmış Özbek, Kırgız annelerin önünde, ölenlerin adlarının yazılı olduğu sembolik mezar bulunuyor. Bunlar gibi çok anıt var.
İbrahimova Ulusal Drama Tiyatrosunun kocaman bir bahçesi var. 1991 yılında yapılan heykel çalıştayında sanatçılar eserlerini tiyatroya hediye etmişler. Etrafı birbirinden güzel heykellerle süslü. Tiyatro sezonu bittiği için dışarıdan görebildik.

SÜLEYMAN DAĞI

UNESCO Dünya mirası listesinde bulunan Süleyman Dağı Oş’un en önemli yeri. Bütün dinler için kutsal.

Dağa, günahlarınızdan arınmak için ateş kapısından giriyorsunuz. Çıkışta, temizlenmek için su kapısından çıkıyorsunuz. Sembolik, enteresan bir giriş çıkışı var.

Dağ, beş tepeden oluşuyor. İki katlı mağarayı müzeye çevirmişler. Üst mağarada petroglifler de var. Bu da Süleyman Dağı’nın geçmişinin M.Ö. lere dayandığının kanıtı.

Zerdüştler için hava, su, toprak, ateş kutsal. Ölenleri toprağa gömmüyorlarmış. O zamanlar Süleyman Dağının tepesine yaptıkları “Dakhama”larda ölüleri bırakıyorlar, akbabalar etlerini yedikten, kemikleri kuruduktan sonra taş tabutlarda biriktiriyorlarmış. Yapılan arkeolojik kazılarda toplu mezarlar bulmuşlar. Müzede çok güzel anlatılıyor.

Tarihi ipek yolu üzerinde olduğundan, Budizm ile ilgili objelere de rastlamışlar.

Müslümanlarca, Hz. Süleyman’ın dağı ziyaret ettiğine, zirvesinde namaz kıldığına hatta yattığına, Hz. Muhammed’in de geldiğine namaz kıldığına inanılıyormuş. Burayı ziyaret, yarı hac olarak nitelendiriliyormuş (Yarı hacı da olduk vesselam!).

Müzeden sonra dağın yamacına oyulmuş daracık patikayı takip ederseniz Taht-ı Süleyman, diğer adıyla Babür Mescidine gidersiniz. Patikanın üzerinde birkaç doğal mağaramsı oyuk var. Birincisi, bebeği olmayanlar ya da bebeği hasta olanlar için. İkincisi, yetişkin hastalar için ki Hz.Süleyman’ın bu mağarada uyuduğu rivayet ediliyor. Meraktan girip kontrol ettim. Blok granitten. Çok dar. İnsanlar gire çıka cilalamışlar. Hz. Süleyman’ın elleriyle dizlerinin izi varmış. Fenerle inceledim. Birtakım kabartılar var. Fakat anlayamadım. Üçüncüsü, küçük iki tane oyuk. Elleri, kolları ağrıyanlar için. Durur muyum? Derhal soktum ellerimi! Dördüncüsü, sırtı, böbrekleri ağrıyanlar için. Granit kayadan kayıyorsunuz. Tabi ki kaydım! Efsaneye göre Süleyman Dağına gelen hastalar iyileşir, ömürleri uzarmış. Biz de fırsatı yakalamışken şansımızı denedik. Patikanın sonunda Mescide ulaşıyorsunuz. Babür Şah, Hindistan çok sıcak olduğu için yazın burada kalır, ibadet edermiş. Daha sonra buraya mescit yaptırmış. Bolşevik ihtilalinde Ruslar, din ile ilgili her şeyi yok ederlerken burayı da yakmışlar. 1991’de Kırgızistan kurulduktan sonra eski resimlerine göre yeniden inşa etmişler. Minicik bir yer. Üç kişi zor namaz kılar. Kıbleye dönük taş kabartıların Hz. Süleyman ile Babür Şah’ın diz izleri olduğuna inanıyorlar. Mescidin kenarındaki seyir terasından Oş’u seyredebilirsiniz.

ÖZGEN- ÖZGÖN- UZGEN-UZKENT

Farklı söyleniş şekilleri olan şehir, ipek yolu üzerinde bulunuyor. 12. ve 13. yy’da Karahanlı Devletinin ikinci Başkentliğini yapmış. Karahanlıların yaptığı minarenin, camisi ile yanındaki medresenin temel taşları kalmış. Minare, on çemberde değişik motiflerden oluşan ateş tuğlalarından yapılmış. Boyu 44 m. den depremlerle 24 m.ye düşmüş. Minareye çıkış serbest olunca, tırmandık. Basamaklar çok yüksek. Bir basamak bölünse, üç basamak olur. Işıklandırma yetersiz olduğu için el yordamı ile inip çıktık. Tepeden şehir ile Kara-Darya nehrini görmeye değiyor.

Üç bölümden oluşan türbe kompleksinin içindeki mezarların kimlere ait olduğu bilinmiyor. Karahanlı Devleti Hükümdarlarının ya da ileri gelenlerinin olduğu tahmin ediliyormuş. Bu kompleks de değişik motiflerden oluşan ateş tuğlalarından yapılmış. Dışı çok güzel. S.S.C.B. döneminde arkeolojik kazılar yapılmış. Toplam 60 mezar belirlenmiş. Herhalde o sırada içini dağıtmışlar. Karahanlılardan başka eser kalmamış.

Özgen’in pirinci de meşhur. Dünya’da ödül almış. Kabuğu soyulmuş, esmer renkli deniyor bence bordo renkli! Daha besleyici özellikleri varmış. Bol etli, az sebzeli, pirinçle pişirilen Özgen pilavı gayet doyurucu.

SAYMALI TAŞ (NAKIŞLI TAŞ) MİLLİ PARKI

Özgen, Kazerman arasındaki stabilize, virajlı, dağlık yol ancak üç ay kullanılabiliyormuş. 3.000 m.lik, yer yer karla kaplı Karabulak geçidinden geçerek Kazerman’a ulaşabildik. Kasabaya 40 km. uzaklıktaki milli park UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde. Dünyanın en büyük petroglif (kaya resimleri) açık hava galerisine sahip. Üç bölümden oluşan galeride toplam 90.000 ila 100.000 arasında kaya resmi bulunuyormuş. M.Ö. 3.000 ila M.S. 1.000 arasında yaklaşık 4.000 yıllık bir zaman diliminde yapıldığı tespit edilmiş. Tekli, çoklu figürlerden oluşan resimlerin ibadet için yapıldığı düşünülüyormuş. Bölgede yaşayan kavimler (Türk boyları) hakkında bilgi veriyormuş. Resim sanatının başlangıcı olarak kabul ediliyormuş. Veeee bu ilginç yere ulaşmak hiç de kolay değilmiş!

Sabah erkenden milli parka giriş yapıp, 2.200 m. yükseklikten yürüyüşe başladık. Patika bizi aşağıya 2.000 m.ye indirdi. Karşımıza çıkan dereyi; üfleseniz kopacak, asma köprüyü kullanarak geçtik. Kazasız belasız tek kişinin geçişi bile takdire şayan! 2.000 m.den sonra yükselmeye başladık. Kısa bir mesafe yürüdükten sonra, tekrar buzulun erimesiyle oluşan büyük bir dereye rastladık. Burada uyduruk köprü bile yoktu. Paçaları bayağı yukarıya sıvayıp daldık dereye. Dizlerimin üzerindeki su buz gibi, oldukça da coşkulu akıyordu. Karşıya geçtikten sonra tırmanmaya başladık. Boyları 2 m.yi geçen ot, çiçekler arasında buzul kulvarına doğru ilerledik. Vadinin arasına saklanmış buzul, çok geçmeden karşımıza çıktı. Altından eriyen sular aktığı için dikkatli, hem orta kısımlarına, hem kenarlarına basmadan dik yükselmeye devam ettik. Manzara inanılmaz güzeldi. Yemyeşil bitkiler, rengarenk çiçekler büyüleyiciydi. Dikkatimi çeken kelebeklerin azlığı oldu. Buzulun bitimindeki minik şelalenin yanından toprağa kavuştuk. 2.900 m.de ilk petroglife rastladık. Bir dağ keçisi! Boynuzları kutsallığını belirginleştirmek için çok büyük çizilmişti. Ondan sonra diğerleri sökün etti. Saat 08.00’de başladığımız yürüyüşe 5 saat aralıksız devam ederek 13.00’de 3.000 m.ye ulaşmıştık. Temmuz ayında, hala bir çok resim kar altındaydı. 3.400 m.ye kadar yükseldik. Figürlerin büyük kısmı dağ keçisi, köpek veya kurt, yılan, insan, mitolojik yaratıklar, şekiller, av sahnelerinden oluşuyordu. Benim görmek istediğim “Kün Bala”, “Güneş Çocuk/insan” olarak tanımlanan Şaman resimleriydi. Karla kaplı oluşu zorlasa da bulduk. Epey incelemeden sonra dönüşe geçtik. Saat 19.00’da başlangıç noktamıza ulaşmıştık. Toplam 11 saat boyunca 17 km. yürümüş, 1.400 m. inip çıkmış, Orta Asya’nın en önemli petrogliflerini görmüş, atalarımızın buraları kutsal sayıp neden Tanrı Dağları dediklerini de hissetmiştik.

Rehbersiz ulaşamayacağınız bölge Temmuz, Ağustos aylarının dışında ziyarete kapalıymış. Aklınızda bulunsun!

Gelecek sayımızda Kırgızistan’daki köklerimize inmeye devam edeceğiz. Buluşmak dileğiyle, sağlıcakla kalın…

Loading

Paylaş :

Comment here