Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) kuruluş tarihi olan 16 Ekim, her yıl Dünya Gıda Günü olarak kutlanıyor. Bu yıl Gıda Günü temasını “Büyütelim, Besleyelim; Hep Birlikte Sürdürelim” olarak belirleyen FAO,
dayanışma ve işbirliğinin önemine dikkat çekiyor.
16 Ekim Dünya Gıda Günü’nde, her yıl olduğu gibi bu yıl da açlık, obezite, gıda israfı ve sağlıklı gıdaya erişim sorunları gündemde. Ancak bu kez bir fark var: Söz konusu sorunların derinleşmesine neden olan Koronavirüs (Covid-19)
salgını, çoğumuzun gıda güvenliği meselesini yeniden değerlendirmesini sağlıyor.
Salgın koşullarında sağlıklı gıdaya erişme konusunda çaba gösterenler, yerel üretim ve tüketimin sunduğu imkânlar ile birlikte gerçek ihtiyaçlarını belirlemenin,
üretici-tüketici ortaklıklarının ve küçük çiftçilerin gıdanın sürdürülebilirliği için öneminin farkına varıyor. Üreticilerle tüketicilerin bir araya geldiği dayanışma ağlarının giderek yaygınlaşması, sorunların derinleşmesine neden olan tarım-gıda yöntemlerini dönüştürme fırsatı veriyor. Bu yıl Gıda Günü temasını “Büyütelim, Besleyelim; Hep Birlikte Sürdürelim” olarak belirleyen Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), dayanışma ve işbirliğinin önemine dikkat çekiyor. Bu birliktelik; kentli ve köylünün, tüketici ile üreticinin birbirinden uzaklaşmasına neden olarak gıda krizinin derinleşmesine yol açan endüstriyel gıda sistemlerinin yerine; yerel üretim-yerel tüketim ile üretici-tüketici
dayanışmasını koyuyor. Sadece verimlilik odaklı, kirleten ve yok eden, sürdürülemez sistemler yerine ise doğanın döngüleri ile uyumlu, herkes için sağlıklı ve erişilebilir gıda üretiminin sürdürülebilirliğini esas alan agroekolojik yöntemleri destekliyor.
Çözüme işaret eden çelişkiler!
Gıda güvenliğinin sağlanabilmesinin önündeki başlıca engellerden biri, tarım ve gıda sistemlerinin bütüncül bir değerlendirmeyle ele alınmaması. Bu anlamda gıda sistemindeki çelişkilere yakından bakmak, sorunların çözümü için yol gösterici olabilir.
Bir yanda insan faaliyetlerinin neden olduğu çevre kirliliği ve iklim krizi, sağlıklı gıda üretimini tehdit ediyor; diğer yanda kimyasallara, yoğun üretime ve kıtalar arası gıda alışverişine sırtını dayamış endüstriyel tarım sistemi, çevre kirliliği ve iklim krizini tetikliyor. Öte yandan sözde gıda üretimini artırmak için sağlığımızı ve biyolojik çeşitliliği tehdit eden kimyasallar kullanılıyor, buna karşılık tarladan sofraya devasa bir gıda israfı sorunu yaşanıyor. FAO verilerine göre, her yıl dünyada kullanılan 3 milyon ton tarım zehiri, toprağı, suyu ve havayı kirletip sağlığımızı tehdit ederken, yaşanan gıda kaybının parasal bedeli, yıllık 400 milyar dolar. Söz konusu gıda kaybı ve israfı, küresel sera gazı salımının, yüzde 8’ini oluşturuyor. Sağlığımıza ve doğal varlıklara ödettiği bedel ise hesaplanmıyor. Bu gizli maliyetlerle üretilen gıdanın yaklaşık 1,3 milyar tonu ise çöpe gidiyor. Bir başka deyişle çöpe giden gıdalar yüzünden sağlık sorunları artıyor,
biyoçeşitlilik azalıyor, iklim krizi derinleşiyor, emekler heba oluyor, kırsalın refahı düşüyor…
Yerel, küçük ölçekli, sürdürülebilir, adil, katılımcı ve dayanışmacı gıda sistemleri ise hem doğal varlıkların sürdürülebilirliğini destekliyor hem de gıda israfını önlüyor. Örneğin; tüketicilerin, ihtiyaçları doğrultusunda, yereldeki küçük çiftçilerle ortaklık yaptığı ve ürününe alım garantisi verdiği topluluk destekli tarım modeli ürünlerin
tarlada kalmasını engelliyor. Aynı model, dağıtımın imeceyle örgütlenmesi sayesinde nakliye sırasındaki kayıpları da önlüyor.
Endüstriyel Gıda Zincirleri yerine Gıda Dayanışma Ağları Covid-19 salgını öncesinde açlıkla mücadele edenlerin sayısı 820 milyonu geçmişken, salgınla birlikte gıdaya erişimde yaşanan aksaklıklar bu sayıda yüzde 12-14 oranında artışa neden oldu. FAO’ya göre, salgın en çok tedarik zincirini etkiledi ve bu da mevcut endüstriyel gıda zincirini sorgulama gerekliliğine işaret ediyor.
Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği Strateji Kurulu üyesi Oya Ayman, “Endüstriyel gıda sistemi, 70 yılı aşkın süredir denenmesine rağmen açlığı önleyemedi,” diyor ve ekliyor: “Oysa salgın, savaş ya da benzer kriz zamanlarında;
tek tip üretimin ve halkaları kopabilecek gıda zincirlerinin yerini alacak çeşitlilik (polikültür) odaklı küçük ölçekli üretim, yerel üretim-yerel tüketimi destekleyen topluluklar, kolektif ve kooperatiflerin doğrudan pazarlamayı esas alan ağ sistemleri, gıdaya erişimi kolaylaştırıyor.” Buğday Derneği ile Dört Mevsim Ekolojik Yaşam Derneği’nin Ankara, Güdül’de yürüttüğü ”Gıda Topluluklarıyla Agroekolojik Dönüşüm” projesinin yürütücüsü
Ceyhan Temürcü, salgın döneminde küçük üreticilerin çevrelerindeki toplulukları taze, sağlıklı, besleyici gıdalarla doyurmaya devam ettiklerini ve daha geniş kitlelerle doğrudan bağlantı kurmak için yaratıcı çözümler bulduklarını söylüyor: “Dahil olduğumuz katılımcı güvence sisteminde (Doğal Besin, Bilinçli Beslenme Ağı) yer alan bazı üreticiler, ihtiyacı olan herkes için ücretsiz gıda bile sundular. Birçok kooperatif ve gıda topluluğu sağlık önlemlerine uygun olarak gıda dağıtmaya devam etti. Topluluk destekli tarım grupları ve üretici örgütleri, salgına karşı güvenli yöntemleriyle, her zamankinden daha aktif şekilde faaliyet gösterdiler. İnsanlar, en kırılgan durumdakiler için dayanışma fonları oluşturmak üzere örgütlendiler. Çiftçiler ve sorumlu tüketiciler, toplumlarımız için bir güç kaynağı olduklarını ve kendilerine alan açıldığında çözümlerini daha da yaygınlaştırabileceklerini kanıtladılar.” Katılımcı ve kolektif gıda sistemlerinde yer alan üretici ve tüketicilerin salgın sırasındaki deneyimleri; açlık, gıdaya erişim ve israf konularında çözüme götürebilecek paradigma değişikliği kapsamında örnek teşkil ediyor. Söz konusu paradigma değişikliği için;
– Yerel üretim ve yerel tüketimi
– Atalık tohumların, çeşitliliğin teminatı olan küçük çiftçileri
– Agroekoloji veya organik sertifikalı tarım yöntemlerini
– Tarladan sofraya gıda israfının önlenmesine yönelik sistemleri
– Topluluk destekli tarım veya katılımcı sertifikasyon modellerini
– Kırsalda cinsiyet eşitliğini ve gençler için gelişim fırsatlarını
– Kooperatifler, gıda toplulukları, üretici pazarları gibi doğrudan pazarlama yöntemlerini
– Konuyla ilgili sivil toplum kuruluşu, kolektif, inisiyatif vb. toplulukların çabasını destekleyen ve
– Gıdamız ile ilgili bilgi edinme hakkından hiçbir şekilde vazgeçmeyen politikaların hayata geçirilmesi gerekiyor.
(Bknz: Change.org/GidadaSansureHayir )
Bu politikaların; geniş kitlelerin sağlıklı gıdaya erişimini sağlamaktan öte, doğal varlıkların ve tarımsal biyoçeşitliliğin korunmasına, kırsalın kendi değerinin farkına varmasına, küçük üretici refahının artmasına ve tarımsal kaynaklı sera gazı emisyonlarının azalmasına katkıda bulunacağını savunuyoruz.
Editöre Notlar:
● ETC Group’un “Bizi Kim Doyuracak” araştırmasına göre, küçük çiftçiler dünyadaki gıdanın yüzde 70’ini üretiyor. Buna karşın kaynakların sadece yüzde 25’ini kullanıyor. Endüstriyel gıda üreticileri ise kaynakların yüzde 75’ini kullanıp, gıdanın yüzde 30’undan azını üretiyor.
● BM’nin 2017 tarihli Genel Kurulu’nda sunulan rapora göre, pestisitlerin gıda güvenliğini sağlamakta elzem olduğunu öne süren tarım kimyasalları endüstrisinin iddiaları, yanlış ve tehlikeli biçimde aldatıcı. Prensipte, dünyaya yetecek kadar gıda üretiliyor ama adaletsiz üretim ve dağıtım sistemleri nedeniyle, ihtiyacı olanların gıdaya erişimini kısıtlayan ciddi engeller oluşuyor.
İronik olarak, gıda güvenliği sorunu yaşayanların büyük kısmı, özellikle düşük gelirli ülkelerde geçimlik tarımla uğraşan çiftçiler.
● Gelişmekte olan ve sanayileşmiş ülkelerde daha fazla gıda israf ediliyor. Sahra Altı Afrika, Güney Afrika ve Güneydoğu Asya’da kişi başına düşen atık yılda 6-11 kilo iken, Avrupa ve Kuzey Amerika’da tüketiciler tarafından kişi
başına düşen gıda atıklarının yılda 95-115 kilo olduğu tahmin ediliyor.
Kaynak: FAO
● Türkiye’de bir yılda yetişen 49 milyon ton meyve, sebzenin yüzde 25-40’ı heba oluyor. Türkiye’de yılda israf edilen gıda miktarı ise 26 milyon ton. Bunun parasal karşılığı 214 milyar lira, çevresel maliyeti ise bilinmiyor.
Kaynak: Türkiye İsrafı Önleme Vakfı
● Salgından önce FAO tarafından yaptırılan araştırmalar, Sahra Altı Afrika’da meyve ve sebzeler için tarla içi kayıpların yüzde 50’ye kadar çıktığını tahmin ediyor; bu, dünyadaki en yüksek oran. Tahıllar ve bakliyat için, tarla içi kayıplar yüzde 18’e kadar çıkıyor ve bu, Asya’nın bazı bölgelerindekiler ile birlikte dünyadaki en yüksek seviye.
● Ticaret Bakanlığı’nın hazırladığı Türkiye İsraf Raporunda (2018), tüketicilerin %5,4’ünün kalan yemekleri attığı, satın alınan gıdanın %23’ünün ise tüketilmeden çöpe atıldığı belirtiliyor. Aynı çalışmaya göre, alışverişe liste
yaparak gidenlerin oranı %31. Başka bir çalışmaya göre ise hanehalkı en çok meyve ve sebzeleri (%42), daha sonra ise süt ve süt ürünlerini (%41) çöpe atıyor.
● Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre tarım sektöründe istihdam edilen kişi sayısı 2002’de 7 milyon 458 bin kişiyken, 2020 Şubat ayı itibarıyla 4 milyon 157 bin kişiye geriledi. Bu da son 18 yılda 3 milyon 301 bin daha az
tarım çalışanı anlamına geliyor. TÜİK verileri, tarım sektöründe istihdam edilen kişi sayısının yüzde 44 azaldığını ortaya koyuyor. Türkiye’de 2002’de 26 milyon 579 bin hektar olan tarım arazisi 2019’de 23 milyon 94 bin hektara kadar düştü. Buna göre tarım alanları 18 senede yüzde 12,3 azaldı.
Daha fazla bilgi ve röportaj talepleri için:
Turgay Özçelik – Buğday Derneği İletişim Koordinatörü
0536 0650688 – turgay@bugday.org
www.bugday.org
www.ekolojikpazarlar.org
www.gidatopluluklari.org
www.yesilgudul.net
Comment here