Gezi

PERU YOLLARINDA 4  MACHU PICCHU

 

Güneş kapısı Machu Picchu’nun en önemli yerlerinden biri. Güneydoğuya bakan kapının, şehrin ana girişi olduğu tahmin ediliyor. Üzerindeki eşyalarla bir lamanın geçeceği genişlikte. Machu Picchu’yu en güzel görebileceğiniz seyir noktası. Tahmin edebileceğiniz gibi bizim için şok bir görüntü oldu. Epey seyredip hazmettikten sonra klasik İnka yürüyüşümüzde kalan son metreleri de yürümek için tekrar yola koyulduk. Patikamız çok düzgün taşlardan yapılmıştı. Yolumuzun üzerinde çok sayıda Pachamama yani Toprak Ana ya da Anadolulu Tanrıça Kibele için yapılan tapınaklara rastladık.
Henry, yolumuzun üzerindeki bir açık hava tapınağında bizi durdu. Dedesinin kutsal örtüsünü açtı. İçinde bulunan daha önce yaptığımız törende aldığımız üç koko yaprağını geri verdi. Hepimiz tapınağın taşlarına diz çöküp tekrar Pachamama’ya teşekkür edip, dileklerimizi iletip önümüzdeki taşlara koko yapraklarını bıraktık. Uçmasın diye de üzerine minik taşlar koyduk. Tören böylece bitti. Ne diyelim? Allah kabul etsin!

Yolumuzun üzerindeki diğer tapınaklarda da oturmuş meditasyon, yoga yapanlara rastladık. Herkes kendince kutsal mekanın enerjisinden faydalanmaya çalışıyordu.

Sonunda İnkaların kutsal şehrine ulaşmıştık! 3 gece 4 gün süren Klasik İnka yolumuzu tamamlamış. Son gün 800 m. inip  8 saatte 16 km. yürümüştük.

Tarih kitaplarına göre Machu Picchu 1911 yılında Amerikalı tarihçi Hiram Bingham tarafından bulunmuş. Henry ise 1911 yılına kadar bulunamadığı yazılsa da İspanyolların istilasından sonra burada yaşayan bir grup insan olduğunu, hatta uzun süre şehri koruyan ailelerin dış dünyadan soyutlanmış olarak yaşadığını, halkın burayı bildiğini, kutsal alan olarak koruduğunu, İnka İmparatorunun yazlık Sarayı ve inziva yeri olduğunu, zaten Hiram Bingham’ın burayı bulduğunda hala bir ailenin burada yaşadığını anlattı.  2007 yılında da Dünyanın yeni yedi harikasından biri olarak seçildiğini söyledi.

Şehre uzaktan bakıldığında teras bölümüyle binaların olduğu bölümler net görülüyor. Binaları da yine kendi içinde ikiye ayırmak mümkün. Üst kısımda tapınaklarla sarayın olduğu kutsal bölüm, alt kısımda ise evlerin yer aldığı bölüm bulunuyor. Şehrin etrafında ziraat yapılan teraslar şehre piramit havası verirken, dışarıdan herhangi bir şeye ihtiyaç duymadan yaşanabilmesini sağlıyor.

Güneş kapısından gelirken ilk karşınıza çıkan şehir kapısı oluyor. Surlarla çevrili olan yaşam alanın ana kapısı hala sağlam. Roma dönemi kapıları gibi heybetli değil, Güneş Kapısı gibi dar. Kapıdan geçtikten sonra ana cadde sizi şehir meydanına getiriyor.

İnkalar için güneş hayat demekmiş. Meydanda bulunan “İnti watana” yani güneş taşı buradaki en önemli yapı. Astronomik bir saat ya da İnka takvimi diyebiliriz. Güneş taşının üzerindeki gölge boyuna göre aylar, mevsimler hesaplanıyormuş. Güneş taşının kırılması ise Tanrı’nın orayı terk ettiği anlamına geliyormuş.

Farklı bir yerde bulunan “Compass Rock” yani pusula taşı da Kuzeyi gösteriyormuş.

Diğer binalardan çok farklı tasarlanmış olan “Güneş Tapınağı” P harfi şeklinde tasarlanmış. Ortasında bulunan kutsal kaya yılda iki kere 21 Haziran ve 21 Aralıkta, yani gün dönümlerinde güneş ışığı alıyormuş. Tapınağa sadece din adamları, İmparator ve önemli kişiler girebiliyormuş. Astrolojide çok ileri olan İnkalar büyük ihtimal bu tapınakta güneş, ay ve yıldızları incelemiş, ona göre karar vermişlerdir. Kim bilir? Şehir sırlarla dolu.

“Üç pencereli tapınak” çift kapılı, tam karşısındaki duvarda üç penceresi bulunuyor. İspanyol istilasından dolayı yarım bırakıldığı düşünülüyormuş.

Ana Tapınak, su akışlarını düzenlemek için inşa edilmeye başlanmış. Büyük ihtimal yine İspanyol istilasından dolayı yarım kalmış. Üç duvarı bulunan binanın sağ köşesindeki taşlar hizalanamadığından sürekli kayıyormuş. Bir teoriye göre de tapınağın duvarlarının kayışı, aynı dönemde yaşanan taht kavgasıyla İspanyol istilasından dolayı lanetlendiklerine inanmışlar. Lanetten kurtulmak için de Machu Picchu’yu terk etmişler. Teorinin gerçekliğini bilmem ama tapınağın duvarı yamuk yumuk duruyor.

Kondor tapınağını tanımlaması biraz zor. Kanatları açık şekilde kayalıklara, kafası da topraktaki kayaya oyulmuş. Kafasının kurban sunağı olarak da kullanıldığı tahmin ediliyormuş.

“Seremoni kayası”, üzerine basamaklar oyulmuş doğal bir kaya. Ne için kullanıldığı kesin olarak bilinmese de cenaze törenleri, mumyalama işlemleri ve sunak için kullanıldığı tahmin ediliyormuş.

“Su Aynası”na iki tapınakta rastladık. Işık yansımaları ile kehanette bulundukları tahmin ediliyormuş.

Sarayının sadece duvarları kalmış. Zamanında Kraliyet ailesinin kullandığı banyolu, mutfaklı, has bahçeliymiş. İhtişamını yitirmiş olsa da diğer binalardan büyüklüğü taş işçiliği ile seçiliyor. İnkalar taş işçiliğinde oldukça ileri seviyedelermiş. Kayaları arada hiç bir harç kullanmadan oyarak kilit sistemi ile birleştiriyorlarmış. Puzzle gibi mükemmel birleştirilen koskoca kayaları nasıl işlemişler, nasıl üst üste yerleştirmişler, hangi malzemeleri kullanmışlar bilinmiyor. Fay hattı üzerinde oldukları halde binalar bu kullandıkları teknik sayesinde zarar görmeden bu zamana kadar gelmiş.

Arkeolojik alanda fotoğraf çektirirken ülke bayraklarını açabiliyorsunuz ancak nedense flama yada farklı bir bayrak açamıyorsunuz

Machu Picchu sürekli olarak turist kafileleriyle dolup dolup boşalıyor. Boş bir dakikasını bile bulmak mümkün değil gibi görünüyor. Deniz kıyısında yaşayanlar için burasının 2.430 m. yüksekliği büyük sorun. Gelenler akut dağ hastalığı nam-ı diğer irtifa hastalığına yakalanıp sağlık sorunu yaşayabiliyor. Nitekim bizim ziyaretimiz sırasında böyle bir olayla karşılaştık.

Yukarıda ki güneş taşına çıkarken ilerde bir bayanın duvar dibine çöktüğünü gördük. Hemen etrafındaki kalabalık bir çember oluşturdu. Henry kalabalığı yarıp neler olduğunu sordu. Machu Picchu’yu gezmeye gelen bir Fransız turist kafilesiymişler. Kadıncağız irtifa hastalığı belirtileri gösteriyor, midesi bulanıyor, başı dönüyor, nefes almakta güçlük çekiyormuş. Maalesef rehberin yanında ilk yardım çantası da yokmuş. Henry hemen tansiyonuna bakıp yanında ki ilaçlardan verdi. Kendi rehberleri de güvenliğe haber verip sedye ve oksijen tüpü istedi. Neyse ki kadıncağız bu ilk müdahale ile biraz ferahladı bu arada ilk yardım ekibi gelip hastayı aldı. Biz de gezimize kaldığımız yerden devam ettik.

Diyeceğim o ki, yaşadığınız yerdeki yükseltiden 2.000 m. ve üzeri yükseltilerde bir yerleri ziyaret edecekseniz mutlaka aklimatizasyonunuzu sağlamadan gitmeyin.

Gün sonunda Henry ile birlikte bitap bir şekilde otobüse binip kıvrıla kıvrala Aquas Calientes’e indik. Yorgun, mutlu ve aç olarak güzel bir restoranda birlikte yemek yedik. Farklı olduğu için yemekleri kısaca anlatmak istiyorum.  İnkalar, cuy ya da diğer adıyla gine domuzu dedikleri tavşan gibi bir tür kemirgeni eti için besliyorlarmış. Peru’da da hala cuylar etleri için beslenmeye devam ediliyor. Yemeklerimizden biri cuy etiydi. Tavuk gibi kızartılıp yanında patates ve sosla servis yaptılar. Diğer yemek alpaka etiydi. Onu da önce haşlayıp sonra yağda kızartıp, yanında makarna ile servis yaptılar. Hepsi oldukça lezzetliydi. Yemekten sonra Henry ile vedalaşmak çok zor oldu. Dört gün yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmemişti. Ondan birçok yeni şey öğrenmiştik. Ayrılsak da Henry kalbimizin bir yerine kazınmıştı.

Aquas Calientes, Urubamba Nehrinin kıyısında kurulmuş olan Machu Picchu’ya giden turistlerin trenden inip, bindikleri en fazla bir gece konakladıkları bir geçiş kasabası.  Vakit geç olunca şöyle bir gezip saat 16:00’daki trenimizi yakalamak için istasyona gittik. Trenimiz zamanında geldi. Urubamba Nehrinin kenarından yol boyunca karlı, sisli dağlar ve yemyeşil ormanlar eşliğinde Ollantaytambo’ya ulaştık. Servisimiz bizi bekliyordu. Hava da kararmıştı, uyuyarak Cusco’daki hostelimize ulaştık. Hayallerimizin ilkini gerçekleştirmiştik, sıradakiler ise bizi bekliyordu!

Bir sonraki sayımızda Cusco’nun çevresini gezmeye devam edeceğiz. Şimdilik hoşça kalın. Pandeminin tavan yapmaya devam ettiği bu günlerde “Sağlıklı ol evde kal” diyorum.

Hayallerinize dokunmanız dileğiyle….

Loading

Paylaş :

Comment here