Gezi

Puglia Bölgesi – İtalya

Adriyatik kıyılarında bulunan bölge, çizmenin tam topuk kısmını oluşturuyor. Yaklaşık 800 km.lik sahil şeridine sahip. Deniz, kum, güneşin yanı sıra farklı tarihi dokusu, mimari yapısı, doğal güzellikleri, zeytin ağaçları, insanları, gelenekleri, nefis yemekleri ile bizlere farklı bir İtalya sunuyor. Bölgedeki tüm kasabalar, birbirlerine ne kadar yakın olsalar da farklı kimliklere sahipler.
İtalya’nın pek popüler olmayan bu bölgesini kiraladığımız araçla gezdik. Bölge yazın çok sıcak olduğu için kışı tercih ettik. Denize giremesek de turist kalabalığından uzak, ferah bir seyahat yaptık. Bir haftalık programımıza, Trani’den başladık. Yolumuzun üzerinde bulunan çok beğendiğimiz bazı kasaba ve şehirleri sizlerle paylaşmak istedim.
TRANİ

Ortaçağ süresince tüccarların tercih ettiği kasabalardan biri olmuş. Bunu da doğal küçük limanına borçlu. Ticaret, beraberinde kasabaya zenginlik getirmiş. Eski şehir merkezinde bulunan Duomoda (Katedral), hemen yanında yer alan Belediye binasında, taş konaklarında rahatlıkla görebiliyorsunuz. Parke taşlı ara sokakları, süslemeli taş binaları ile şahsına münhasır.
Deniz kıyısında küçük bir kalesi var. Kale, Belediye binası, Duomo hepsi yan yana. Belediye binası hala kullanılıyor. Çok şaşırdım! Yıkıp deniz kıyısında nefis bir AVM yapılır. Yöneticilerin hepsi uyuyor! Duomo, bakımdaydı. Ancak dışarıdan görebildik. Maalesef turizm sezonu dışında gidince çoğunlukla restorasyon çalışmalarına denk geliyorsunuz.
Şehir “cittaslow” ünvanına sahip. Gerçekten eski şehir de, popüler alış veriş yerleri de sakin. Sabah işe giderlerken bile huzurlu bir trafikleri var. Koşturmaca, kargaşadan uzaklar. Hatta korna bile çalmıyorlar. İtalya için şaşırtıcı bir durum!
ALBEROBELLO

Adının anlamı “güzel ağaç” olan kasaba Puglia’nın en turistik yerleşim yeri. Bölgeden çıkarılan kalker taşından, harç kullanılmadan yapılan silindirik formlu evlerin konik çatıları dini, folklorik sembollerle süslenmiş. Bu evlerin tek olanına trullo, birden fazla olanlarına da  trulli deniliyor.
yüzyılda yapımına başlanan evlerin hikayesi şöyle: Dönemin Kralı izinsiz yerleşim yeri kurmayı yasaklamış. Evler için de yüksek vergiler almaya başlamış. Zaten yoksul olan halka, bir de bu vergiler eklenince perişan olmuşlar. Bunun üzerine halk, vergi memurlarının geldiğini haber alır almaz çatıları yıkıp “burası hayvan barınağı” diyormuş. Çatısız duvarları gören vergi memurları da vergi alamadan gidiyorlarmış. Rivayete göre bu fikrin babası, II. AcquauiaDükü Girolamo imiş.

Küçük kasabada her şey yürüme mesafesinde. Geniş bir trulli bölgesi var. Sağdaki mahalle Rione Monti’de yaklaşık 1000 tane trulli var. Bitişik nizamlı tertemiz beyaz badanalı evlerin neredeyse tamamı mağaza, hediyelik eşya dükkanı, restorana dönmüş.
Soldaki mahalle ise Aia Piccola. Burada bulunan yaklaşık 400 evin çoğunluğu konut veya butik otel olarak kullanılıyor.

Trulli formunda yapılmış bir de Duomo var. İçinde pek bir şey yok. Dışarıdan görüntüsü çok hoş. Yani insan yapmak isterse her şeyi yapabiliyor.

Uzun zaman önce fotoğrafını gördüğüm beyaz badanalı Trulli’lere bayılmıştım. Mahallelerde gezip görünce daha bir hayran oldum. Arnavut kaldırımlı sokakları, renkli hediyelik dükkanları ile Şirinler Kasabasını andırıyor. Her an bir yerlerden Şirin Baba’yı ya da Şirine’yi görecek gibi oluyorsunuz.

Trulli’ler 1995 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesine girerek korunmaya alınmış. Bizim Harran evleri gibi konik. Ancak yapım malzemeleri çok farklı. Aynı zamanda Harran’ın kardeş şehri. Maalesef bizim evler bakımsızlıktan yok olurken, İtalyanların geçmişine sımsıkı sarılıp, sahip çıkmasını kendi adımıza üzülerek izliyorsunuz.

LOCOROTONDO

Alberobello’dan 9 km. uzaklıktaki bir dağ kasabası. Bembeyaz evleri ile tepeye kurulmuş. Itria vadisi manzarası ile gözlerinizi kamaştırıyor.

Itria Vadisi, Puglia bölgesinin tam ortasında bulunuyor. Zeytin ağaçları, üzüm bağları, vadinin içinde ansızın çıkan trulli evleri ile masalsı bir güzelliği var. Bisiklet ve yürüyüş rotaları için uluslararası işaretlendirme yapılmış. Locorotondo’nunda bölgede yetişen üzümlerinden yaptıkları beyaz şarabı ünlü.

Geceyi, kasabanın dışında, bölgede bulduğumuz trulli’de geçirdik. İki tane konik yapının birleşimi ile nefis bir ev yapmışlar. Yatak odası, banyosu, salonu, mutfağı olan ferah bir yerdi. Hemen bitişik ikili yapıda da arkadaşlarımız kaldı. Onların fazladan iki yataklı bir odaları daha vardı. Isınmayı tüplü radyatör sistemi ile yapıyorlardı. Çatı kısmı, çok yüksek olmasına rağmen ısınma problemi yaşamadık. Dedikleri gibi kışın sıcak oluyor. Yazı test etmedik. İnşallah bir de yazın gider Itria vadisinde yürüyüş rotalarında yürür evleri deneriz.

Sabah çok erken kalktık her yer sis içindeydi. Uzaktaki çiftlilerden horoz sesleri, köpek havlamaları geliyordu. Sislerin içindeki güneş, zeytin ağaçlarının arasından buğulu sabaha “Merhaba” diyordu. Bahçemizde yaptığımız nefis kahvaltıdan sonra yola çıktık.

MARTİNA FRANCA

Locorotondo’dan 10 km uzaklıktaki kasaba, Arap istilası sırasında Taranto’dan kaçan zenginler tarafından 13. yüzyılda kurulmuş. Adını kentin koruyucusu olarak kabul edilen Aziz Martin’den alıyor. Dört ana kapılı surlarla çevrili olan kale, zaman içinde değişikliğe uğramış. Rönesans döneminin güzellikleri içindeki barok, rokoko mimarisi burada ağırlıklı kendini gösteriyor. Binaların zarafeti, rokoko balkonlardan sarkan çiçeklerin renkleri farklı bir zaman dilimine götürüyor. Ara sokaklarda kaybolup nerdeyse her evi ayrı ayrı incelemek istiyorsunuz. Çünkü hepsi birbirinden farklı güzellikler sunuyor.
OSTUNİ
La Citta Bianca yani Beyaz Şehir ünvanlı kasaba, Adriyatik’e tepeden bakıyor. Bembeyaz badanalı evleri ile karşıdan bakıldığında gerçekten inci gibi parladığını görüyorsunuz. Etrafı üzüm bağları, zeytin ağaçları ile çevrili. Yeşilin tonları, Adriyatik’in turkuaz tonları beyaz kasabanın etrafında ayrı bir hare oluşturmuş. Beyaz evlerin Arnavut kaldırımlı sokaklarında, saksıların içindeki renkli çiçeklerinde ayrı bir güzellik buluyorsunuz.
OTRANTO

Roma, Bizans dönemlerinde çok önemli bir liman şehri imiş. 1480’de Osmanlı İmparatorluğuna katılmış. Bu hükümranlık ancak 13 ay sürmüş.  Fatih Sultan Mehmet’in ölümü üzerine gereken önem verilmediğinden Osmanlı geri çekilmek zorunda kalmış.
Otronto’nun alınışı ile ilgili olaylar bizim kaynaklarımızda ve Hristiyan kaynaklarında çok farklı anlatılıyor. Hristiyan kaynaklarındaki rivayete göre, şehir alındıktan sonra Osmanlı askerleri, halkın din değiştirmesi için büyük baskı ve vahşet uygulamış. En son hayatta kalan 800 kişiyi din değiştirmeyi kabul etmedikleri için Minerva Tepesinde başları kesilerek öldürülmüşler. Bu kişilerin kemiklerinin bir kısmı Napoliye götürülmüş. Kalan 560 kişinin kemikleri halen şehir merkezindeki Katedralin duvarlarına yerleştirdikleri cam vitrinde sergilenmekte imiş. Gittiğimizde yine tadilat nedeni ile kapalı idi. Göremedik. Aradan 533 yıl geçtikten sonra bu 800 kişi 12 Mayıs 2013’te Papalık tarafından aziz ilan edilmişler. Aradan bu kadar zaman geçtikten sonra sizce, hala bu yarayı Vatikan niye kaşımış olabilir? Bana çok manidar geldi. Kalenin önünde bu konu ile ilgili çok büyük bir anıt yapmışlar. Olayları aynen bu şekilde kabartmalarla anlatıyorlar. Bu arada ilgili kaynak Osmanlı’nın fethi sırasında şehirde yaşayan 8 bin nüfusun, 12 bininin öldürüldüğü, 5 bin kişinin de esir edildiğini yazmaktaymış? Matematiksel olarak hatalı bir bilgi.
Olmazsa olmaz deniz kıyısında bir kalesi var. Zamanla bazı duvarları aşınmış tadilatta idi. Kalenin içindeki dar sokakları, meydanları, binaları ile küçük sevimli bir kasaba.
LECCE

Efendim “Güneyin Floransa’sına hoş geldiniz!”. Roma İmparatorluğu döneminde kurulan şehir. Bölgeden çıkarılan açık sarı, pembe renkli yumuşak kireç taşı ile işlenen barok yapıları, heykelleri, süslemeleri ile ayrı bir güzelliğe sahip.
Şehrin koruyucusu, İmparator Neron tarafından öldürülen Aziz Oronzo. Azizin heykelinin bulunduğu Piazza Sant’Oronzo’da Roma Amfiteatrı bulunuyor. Dışarıdan görebildiğiniz tiyatro hala restorasyonda. Halkın toplandığı meydan çok popüler. Amfiteatrının dışında daha küçük bir de Roma tiyatrosu var. Ancak koruyamamışlar. Orkestra ve oturma yerlerinin bir kısmı günümüze kalabilmiş.
Şehirde görmeniz gereken pek çok yer var. Duomo, Chiesa del Rosario, Chiesa del Carmine bunlardan bir kaçı. Barok yapıları, süslü balkonlarından sarkan çiçekleri ile keşfedilmeyi bekliyor.

Lecce denilince Ferzan Özpetek’ten bahsetmemek olmaz. 2010 yılında “Serseri Mayınlar”ı, 2014 yılında “Kemerlerinizi Bağlayın” filmlerini burada çekmiş. Şehri çok seven Ferzan Özpetek’in burada bir evinin olduğu da söyleniyor. Gerçekten şehrin nostaljik, romantik, büyülü bir havası var.
OSMANLININ İZİNDE

Lecce kalesinin dört kapısı var. Ortaçağdan kalan şehir kapılarını, anıtsal kapılara çevirmişler. Size bahsetmek istediğim San Biaggio kapısı yanındaki üç bina. Kale içindeki sokaktan yürürken ilk dikkatimizi çeken üst kısmı yıkılmış minare benzeri yuvarlak mağribi tarz bir kule oldu. Ön tarafını görebilmek için dönebileceğimiz ilk sokak San Biaggio kapısıydı. Mağribi mimarisinde yapılmış birleşik üç yapı gibi olan bir kompleks. Sanıyorum daha sonra bahçeleri ile birlikte ayrılmış. Ortadaki bina dikdörtgen. Minarede bunun arkasında. Çatısının tam altında bütün duvar boyunca Arapça bir yazı motiflerle tekrarlanmış. Arapça okuyabilenlere sordum “Üstünlük sahibi Allah’tır” veya “Allah yolunda üstün olmak” yazıyor olabilir dediler. Bina kullanılıyordu. Kilitli demir kapılarından içeri giremedik. Etraftakilere sorduğumuzda hastanelerle ilgili bir devlet kurumu dediler. Sol tarafındaki bina malikane olarak kullanılıyormuş. Sağ tarafındaki ise metruk olarak duruyordu. Tarihi kaynaklara göre, Osmanlılar Otronto’yu almışlar. Lecce’ye gelmemişler. Şimdi asıl soru şu: Peki bu Cami’nin ne işi var Lecce’de? Benim hiçbir fikrim yok ya sizin?

Otronto’nun Osmanlılar tarafından fethi İtalyanları çok etkilemiş. Lecce’deki izlerini takip etmeye devam ettik. Santa Croce Bazilikasının dış cephesinde, İnebahtı deniz savaşında esir alınan Osmanlı Askerlerini perişan ve yük taşırken betimlemişler. Hemen altında çok çirkin bir yunus ağzında hilal tutuyor. Buradaki hilal yine Osmanlıyı temsil ediyormuş. Binanın dış cephesi tadilattaydı. Fakat dış cephenin fotoğrafını koydukları için bir şekilde binayı görebiliyorsunuz. Biz de çok uzun süre dış cepheyi inceledik. Fakat çirkin yunusu ve hilali anlamakta zorlandık. Daha sonra pek çok yerde bu figürü gördük.

Bölgenin doğal güzellikleri ruhunuza, gözünüze hitap ettiği gibi lezzetleri de damağınıza hitap ediyor. Bölgenin el yapımı meşhur kulak şeklindeki makarnası “Orecchiette”. Bizim salçalı makarnanın aynısı. Üstüne lezzetli peynirlerinden döküyorlar. Azıcık sert. Makarna sevenler için bir numara. Nefis pizzalarını nerede deneseniz çok lezzetli oluyor. Hele peynirleri birbirinden lezzetli. Hangisini isterseniz deneyin. Biz hepsini çok beğendik.
Çinliler ve Japonlar henüz bu bölgeyi keşfedememişler. Onlar keşfetmeden siz bir an evvel burasını listenize alın. Yoksa adım atacak yer bulamayabilirsiniz.
Biz bölgeyi çok sevdik. Darısı başınıza diyorum. Her şey gönlünüzce olsun. Huzur, sağlık, mutluluk içinde yaşayabileceğimiz bir dünyaya uyanmak, hayallerinize dokunabilmek dileğiyle….

 

Loading

Paylaş :

Comment here