Gezi

Ürdün Gezi Notları – 1

Farklı yerler arayan gezginlerin tercih ettiği Ürdün, son zamanlarda adı sıklıkla geçen bir ülke. Nasıl olmasın? Tarih, çöl, deniz,vaha ne ararsanız var. Biz de bu nedenlerden tercih ettik.

Gezimize başlamadan önce ülkenin tarihine kısa bir bakış atalım. Tarih öncesi dönemlerden beri bölgede yaşam izleri bulunmuş. Asur, Nebati, Roma İmparatorluğu ve son olarak Osmanlı bölgeye hakim olmuş. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması sırasında İngiltere himayesindeemirlik olarak kurulmuş. 1946 yılında bağımsızlıklarını ilan ederek Ürdün Haşimi Krallığı adını almış.Haşimiler, Hz. Muhammed’in büyük büyükbabasının soyundan gelen bir Arap kabilesi.Yani Ürdünlü diye bir halk yok.

Ülke meşruti monarşi rejimiyle yönetiliyor. Yani her şeyin başı kral. O ne derse o olur!

Coğrafi olarak Suriye, Irak, İsrail, Batı Şeria, Sudi Arabistan ile çevrili olan sınırları, onu Orta Doğu’nun en kritik noktalarından biri haline getirmiş. Bence, ağa babaları İngiltere’nin himayesi ve topraklarının büyük bölümünün çöl olması, petrol bulunmaması gibi nedenler, onu İsrail ve diğer Arap ülkelerinin saldırılarından koruyor.

Gelelim bizim gezimize, Amman’a gece uçağıyla gittik.  2 saat sonra Kraliçe Aliye Havaalanındaydık. Vakit kaybetmeden paramızı bozdurup, sim kartımızı da aldıktan sonra Akabe’ye doğru yola çıktık.

Um Ar Rasas

Önümüzde 330 km., ziyaret edilecekse pek çok yer vardı. Bunun için gelmeden internetten pek çok müze ve ören yeri girişi bileti olan JordanPasssatın aldık. Böylece daha ekonomik olmasını ve sıra beklemeden daha hızlı hareket etmeyi planlamıştık.

Günün ilk ışıklarıyla, ilk durağımız Um Ar Rasasarkeolojik alanına ulaştık. İnternette burasının 24 saat açık olduğu yazıyordu. Açılma saatini beklemeyi planlamıştım. Bilgi doğru çıktı. Arkeolojik alanın kapıları açıktı. İçerde in cin top atıyordu.

Bölgede yerleşim çok eskiden beri varmış. Sonra Roma Askeri Garnizonunun kurulmasıyla gelişmiş. Konumu itibariyle ticaret ve hac yolu üzerinde bulunması, Hristiyan hacıları yerleşmeye teşvik etmiş. Böylece bölgeye pek çok kilise inşa edilmiş.Genellikle zeminleri mozaik kaplı. En gösterişlisi Aziz StephenKilisesi. Bunların dışında etrafta evler yan duvarları ve kemerleriyle duruyor.

Daha sonra İslamiyet’in gelişmesiyle birlikte Müslümanlar da bölgeye yerleşmiş. Onlardan ise evlerin dışında çok büyük bir mezarlık kalmış.

Gün doğarken buraları gezdik. Sanıyorum çalışmalar devam ediyor. Çünkü pek çok yer toprak altında.

Al Karak Kalesi

Bir sonraki durağımız Al Karak şehri ve kalesi oldu. Şehir tepeler üzerine kurulmuş. Tarıma elverişli topraklarında yetiştirdikleri ürünleri ihraç ediyorlarmış. Yani çöl ülkesinin vahası. Bölgede yine çok uzun yıllardır yaşam varmış. Hatta M.Ö. yaşamış bir uygarlık olan Moab Krallığının başkentiymiş. Şahin tepesi gibi, dağın dik yamacına inşa edilmiş.Hac ve kervan yolu üzerinde bulunduğundan uzun yıllar kullanılmış. İslamiyet’in yayılmasıyla, stratejik öneminden dolayı Haçlılar kaleyi yeniden inşa edip, çevresine kanal yaparak savunmasını güçlendirmiş. Selahaddin Eyyubi tarafından birkaç kere kuşatılmış ancak Kudüs’ü fethinden sonra kale ele geçirilebilmiş.

Yapılan onarımlarla çok iyi durumda bulunan kaleyi beğenerek gezdik. Haçlı kalelerinin en güzel örneklerinden biri. İçinde bir de minik müzesi var. Tadilat sırasında çıkan eserler sergileniyor. Bunların en önemlisi Moab KralıMesha’nın zaferini anlatan “MeshaTaş Yazıtı”. Ancak müzede imitasyonu bulunuyor. Aslıysa Louvre Müzesi’nde sergileniyor.

2005 yılı yapımı “Cennetin Krallığı” filminin önemli bir kısmı burada çekilmiş. (Tarihi gerçeklere yakın bir film, biz beğenerek izlemiştik.)

Shobak Kalesi

Bu güzel kaleden sonra bir sonraki durağımız Yine bir Haçlı kalesi olan Shobak Kalesi.

Kale, eski yerleşim yerlerinin ortasında tepeye inşa edilmiş. Yine hac ve kervan yolu üzerinde olması nedeniyle büyük önem arz ediyor. Pek çok savaş geçiren kale Memlüklüler tarafından restore edilmiş. Dik yamaçtan çıkılan kalenin dış surları o zamandan kalan Arapça yazılarla çevrili. Günümüzde de restorasyon geçirdiği belli. Dışarıdan çok güzel görülmekle birlikte içerisi maalesef harabe şeklinde. Al Karak’ın güzelliğinden eser yok.

Uyumadan geçirdiğimiz ilk günümüzde Amman, Akabe arasındaki 330 km.lik mesafeyi, kalelere gire çıka itinayla 485 km.ye çıkartıp, yorgun bitap Akabe’ye ulaştık.

Akabe

Hostelimize yerleştikten sonra, kendimizi Kızıldeniz’in kıyısına attık. Hava çok rüzgârlı, deniz dalgalı ve bulanık olmasına rağmen kendimizi sulara bıraktık. Okuduğum yazılarda gün batımının müthiş olduğu yazıyordu,doğrusu ben öyle bir güzellik göremedim. Neyse tuzlu su bizi kendimize getirdi. Yemeğimizi yiyip acilen şehre indik.

Yollardaki araçların hepsi bayraklarla süslenmiş, kornalarına basıyor, müzik son ses açılmış, yer gök inliyordu. Ne olduğunu anlamadığımız büyük bir şamata ile merkeze geldik. Meğer bağımsızlıklarının 76. yılını kutluyorlarmış. Halkın çıkardığı bu patırtıdan başka bir kutlamaya rastlamadık.

Gece geç vakte kadar merkezde kaldık. Gördüğüm kadarıyla halk nargileyi ve kahveyi çok seviyor. Ailelerin dışında çoğunlukla kadınlar ve erkekler grubu olarak oturmuş plajda nargile keyfi yapıyorlardı. Çocuklarsa saldım çayıra, Mevla’m kayıra şeklinde ortalıkta koşturup duruyorlardı. Sanıyorum her ailenin çok fazla çocuğu olduğu için anneler yılmış. Ancak diğer Arap ülkeleri ile karşılaştırınca, Ürdün’ünde kadınlar çok daha özgürler. Gecenin geç saatlerinde sokaklarda dolaşıyor, araç kullanıyorlar. Hatta gün içinde birkaç tane de kadın taksi şoförü gördük.

Şehri gece gördükten sonra birde gündüz gezelim dedik. Tabi sabah erkenden kalkıp denize girmeyi ihmal etmedik. Yine kuvvetli rüzgar, dalgalar iş başındaydı.

Akabe aslında 23 dalış noktasıyla dalgıçların gözdesi. Fakat Ürdün paramızın pul olduğu bu zamanlarda, ekonomimizi daha da bir zorladığından su altı güzelliklerini şnorkelle yukardan izledik.

Girdiğimiz yerde deniz çok taşlık ve deniz kestanesi doluydu. Rengârenk balıklar her yerde geziniyordu. Onları incelerken Sinan kestanelere basmış. Ayağında müthiş acılarla denizden çıktı. Hemen dikenlerin girdiği yerleri yağladık.  Çok ilginç 1-2 gün içinde vücut dikenleri attı. Korktuğumuz gibi bir sıkıntı yaratmadı.

Binlerce yıllık bir yerleşim yeri olan Akabe’nin, önce sahile yakın olan kalesini gezdik.Memlükler tarafından yapılan kale, muhteşem kapısı ve dış duvarlarıyla ayakta ancak içeride pek bir şey kalmamış. Kısaca cami yıkılsa da mihrabı yerinde diyebiliriz.

Kalenin hemen yakınında bulunan arkeoloji müzesi maalesef kapalıydı. Nereye gidelim diye haritaya bakarken deniz tarafında yine bir patırtı koptu. Gemi ve tekneler düdüklerini çalmaya, sular fışkırtarak konvoy halinde ilerlemeye başladılar. Etraftakilere sorduk, kutlamalarına devam ediyorlarmış. Akabe’den sonra gittiğimiz diğer yerlerde kutlamalarla ilgili başka bir törene rastlamadık.

Neyse biz de Ayla arkeoloji parkına gidelim dedik. Şehir içinde tabelalarla yönlendirme yeterli değil. Bir de Arapça yazılar ve onların Latinceye çevrilmiş halleri birbirinden farklı olunca çok zorlandık. Telefonumuzdaki haritaların yönlendirmeleri de bizi döne döne Ayla Oasis’e gönderdi.Buraya girerken 2 kapıdan geçtik ve her seferinde Ayla arkeolojik parka gitmek istediğimizi söylediğimiz halde cevap olarak evet burası dediler. Sonunda orası olmadığını gittiğimiz yerin çok lüks bir otel ve site olduğunu anladık. Yapacak bir şey yok biz de şehirde güzel bir yemek yiyip Vadi Rum’a doğru yola çıktık.

Yazımızın da sonuna geldik. Vadi Rum’da buluşmak üzere,

İyi bayramlar dilerim.

Hayallerinize dokunmanız dileğiyle…..

 

 

 

 

Loading

Paylaş :

Comment here