Gezi

Bulutlar Ülkesine Yolculuk Yayla Yollarından Gümüşhane’ye – 2

 

Bulutlar ülkesi Karadeniz’in Sarıtaş Yaylasında hayallerimize dokunmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Sevgili dostumuz İmdat Yılmaz’ın yayladaki oberjinde sabah neşeyle uyandık. Eşi Mamure ise çoktan uyanmıştı.Hayvanları sağmış, otlamak üzere hepsinidağa yollamıştı. Kendi hayvanlarından yaptığı tereyağlı ve peynirli kuymağı pişirmeye başlamıştı. Her yer mis gibi tereyağı kokuyordu. Allah’ım o ne! Kuymağın peyniri 2 m. uzuyordu. Hep birlikte afiyetle kahvaltımızı yaptık. Sonra dağ yollarından, patikalardan düştük yollara. Birçok yayla yolunun kesişim noktasında bulunan Camiboğazı’nı geçtikten sonra tatlı bir meyille Gümüşhane’ye doğru ilerlemeye başladık. Bu yol bizi Krom vadisi ve Kromni Antik Kentine götürdü.

Kromni Antik Kenti

“Kromni” Yunancada sarp, kayalık yer anlamına geliyormuş. Yağmurdere Köyü sınırları içinde bulunan Krom veya Kromni Vadisiyle, İmera Vadisinden Torul’a kadar olan alana yayılmış 52 mahallenin ortak adıysaKromni Antik Kentiymiş. Bölge ve antik kent hakkında detaylı bilgi yok. Ancak çevrede maden ve maden ocakları bulunduğu için, Roma İmparatorluğu döneminden önce de kalabalık bir halkın yaşadığı tahmin ediliyormuş. Pagan halkın, Bizans döneminde misyoner papazların etkisiyle Hristiyanlığa geçtiği ve kendi dillerini bırakarak Rumca konuşmaya başladıkları biliniyormuş. 1481’deTrabzon’un fethinden 1700’lü yıllara kadar Osmanlı İmparatorluğu halkın dini inancına karışmamış. Bu tarihten sonra Müslüman olmaları halinde imtiyazlar verileceği bildirilmesi üzerine, İslamiyet’e geçmişler. Ancak bazıları Müslüman gibi yaşamalarına rağmen, gizli gizli Hristiyan inancına devam etmiş. Santa, Kromni ve Maçka’nınbazı köylerinde yaşayan Gizli Hristiyanlar; vaftiz oluyor, Hristiyan adı alıyor, kilise nikâhı kıyıyor ve yer altına yaptıkları kiliselerde ibadet ediyormuş.

Osmanlı, 1856 yılında herkesi dini inancında serbest bırakmış. Böylece Kromni ve Santa gibi yerlerde yaşayan Gizli Hristiyanlar imzaladıkları dilekçelerle Trabzon Konsolosluğuna başvurarak Hristiyanlığa geri dönmüşler. Sonrasında bölgede yeniden kiliseler yapılmış.20.yüzyılın başlarında maden ocakları kapanmış. Kromniterk edilmeye başlanmış. Ve hazin son! 1924 Mübadelesinde geriye kalanlarda Yunanistan’a göç etmek zorunda kalmış.Bölge kaderine terk edilmiş. Yöre halkı,Rumlardan kalan evleri kısmen yazlık olarak kullanmış. Böylece bazı yerler korunmuş, bazı yerlerse tahrip olmuş.Günümüze pek çok dükkân, ev kalıntısıyla birlikte33 şapel ve 2 manastır kalmış.

Alikinos Kilisesi

AlikinosPanagia Kilisesi, Krom Vadisinde karşımıza çıkan ilk kilise oldu. Çatısı bulunan ender kiliselerden biri. Maalesef kalan kiliselerin büyük bir kısmı neredeyse yıkılacak durumda. Sebebiyseİmdat’ın deyimiyle “Yerel Arkeologlar” yani define avcılarının bölgede yaşayan Gizli Hristiyanların hazinelerini aramaları. Alikinos Kilisesine dönecek olursak, Yunanca anlamı “doğru, gerçek” demekmiş. Halk arasındaysa “Alikinos Meryem Anası” olarak biliniyormuş. Çünkü o zamanlar kilisede bulunan Meryem Ana İkonası çok özel ve önemliymiş. Her yıl 15 Ağustos’ta “Bakire Meryem Yortusu” adını verdikleri bir tören düzenleniyormuş. 1924 Mübadelesinde Papaz Theodor bu önemli ikonayı, sırtında Trabzon Limanına taşımış. Yunanistan’a götürmüş.

Kilisenin içi baya yıkılmış. Fresklerin büyük bölümü tahrip olmuş. Etrafı incelerken, araçla bir grup geldi. Onlarda kiliseyi incelemeye başladılar.İmdat hemen sohbete başladı. Meğerrestorasyon çalışmasına başlanılacakmış. Ekip onun için gelmiş. Aldığımız haberden memnun, başarılar dileyerek yanlarından ayrıldık.

Krom vadisinden kıvrıla kıvrıla inip, İmera Nehrinin parçaladığı İmera Vadisine girdik.

İmera Vadisi

İmera Nehrinin üzerinde bulunan tek gözlü Kemer Köprüyü de ihmal etmedik. Olucak yada İmeraKöyünü, Köklüce Köyüne bağlayan köprünün korkulukları hala sağlam. Tam ortasındaysa mermerden oyulmuş minyatür bir kilise var. Hristiyan bir mezar taşı olduğu söylenen minyatür, köprüde devşirme malzemenin kullanıldığını gösteriyor.

İmera (Olucak) Manastırı

İmeraKöyünde bulunan Aziz John Prodromos Manastırı, çevredeki en önemli kadın manastırlarından biriymiş. Adından da anlaşıldığı gibi Vaftizci Yahya’ya adanmış. Manastırın çevresi yüksek duvarlarla çevrilmiş. Dağlardan gelen buz gibi su hemen önündeki çeşmeden yüzlerce yıldır akmaya devam ediyor.Önünde bulunan tanıtım tabelasında 1350 yılında inşa edildiği, 1859 yılında Baş Rahibe Roxanetarafından yenilendiği yazıyor.

Manastırın kapısında üzüm salkımları, geometrik ve bitki motifleri görünce içerisinin de müthiş olduğunu düşündüm. Ancak zaman ve yerel arkeologlar burada çok çalışmışlar! Zemini çukurlar ve tümseklerle dolu. Duvarlardaki fresklerden belli belirsiz izler vardı. Yine de üç nef, üç apsisli bina, çatısındaki kiremitleriyle ayaktaydı.

Banker Kostaki

Sırada bir aşk hikâyesi var. 1890’lı yıllarda bir Rum genci olan KostakiTeophylaktos, Trabzon’da bankada çalışıyormuş. VeeeBanka sahibinin güzel kızına âşık olmuş. Aşkın gözü kör! Delikanlı her şeyi göze alıp, genç kızı babasından istemiş. Koca bankerin, kızını çulsuz bir memura verecek hali yok. Delikanlıyı kovmuş. Kostaki bunu kendine onur meselesi yapmış. Kovulduğu evin karşısına çok daha güzel bir konak yapacağına yemin etmiş. Artık nasıl yaptı bilemiyorum,gel zaman git zaman Trabzon’da bir banka da o kurup banker, tüccar olmuş. Ettiği yemini unutmamış. Yıllar önce kovulduğu evin karşısına İtalya ve Rusya’dan getirdiği ustalar ve malzemelerle müthiş bir konak yaptırmış.Tüm katları kalem işi boyamayla süsletmiş. “KostakiKonağı”ndakaç yıl yaşamış bilemiyoruz. İflas edince tüm malları hazineye kalmış. Daha sonra Atatürk, Trabzon’u ziyaret ettiği zaman bu konakta ağırlanmış. Şimdi Atatürk’ün evi olarak Boztepe’de ziyarete açık. İyi de biz yayla yollarından Gümüşhane’ye doğru gidiyorduk. ProdromosManastırındaydık ne ara Trabzon’a geçtik diyeceksiniz. Çok haklısınız.

Manastırın hemen yanındaki patikadan ilerleyince İmera Köyüne tepeden bakan taş bir konakla karşılaşacaksınız. Konağın sadece 4 duvarı kalmış. Zamana direnen kesme taşları bütün ihtişamıyla duruyor. İşte bu konağın Banker Kostaki’ye ait olduğu ve yakındaki manastırında onun tarafından yaptırıldığı söyleniyor.Bence ev onundur. Ama manastırı yaptırmış olması mümkün değil. Çünkü bina 1350 yılında yapılmış. Banker 19. Yüzyılın sonunda yaşamış. Herhalde Rahibe Roxane’dan sonra Kostakide binada büyük bir tadilat yaptırmış olmalı. Yola devam!

Alpullu

Yolumuzun üzerinde yıkık pek çok taş bina, şapel, dükkân gibi yerlere rastladık.Alpullu yolu üzerinde 1908 yılında inşa edilmiş olan Bağava Köprüsü’nüde gördük.

Alpullu Kilisesi’ninse giriş kapısındaki mavi, beyaz boyaları hala duruyor. Yunan Adalarındaki sevimli minik kiliseler gibi. Fakat içerisi su dolu. Yetmezmiş gibi içeriye bir de eski bir tabut bırakmışlar. Kapısından şöyle bir bakabildiğimiz kilise perişan durumda!

Bölgede gezemediğimiz daha pek çok kilise ve yer var. Benim naçizane düşüncem bunların biran evvel koruma altına alınarak, restorasyonunun tamamlanması. Turizm gelirlerimizin artması, Ülkemizin daha fazla tanınması için geçmişimize sahip çıkmalıyız!

Karaca Mağarası

Şimdi yolumuzu Cehennem Vadisine çeviriyoruz. Çebeliköyü yakınlarında bulunan Karaca Mağarasını, yöre sakinlerinden Jeoloji Mühendisi Şükrü Eroz,1983 yılında keşfetmiş. 1996 yılından itibaren de ziyarete açılmış. Çift şeritli otoban gibi yol yapılmış. Gittiğimizde tur otobüsleri çoktan gelmişti.

İnsan boyunda bir geçitle girilen mağara, birden genişleyerek karşınıza çıkıyor. Yüksekliği 18 metreymiş. Yer yer platformlar, merdivenler eşliğinde yürüyüş yolları yapılmış. İçerisi çok güzel ışıklandırılmış. 15 milyon yaşında olduğu tahmin ediliyormuş. Tabiat burayı özene bezene nakış gibi süslemiş. Her yer damlataş, sarkıtlar, dikitler, sütunlar, mağara incileriyle dolu. İnsanüstübu yere, mağara demek haksızlık. Bu şaşa, bu debdebe olsa olsa Tanrıların yaşadığı bir sarayda olur. Gün ışığı almadığına göre, burası yeraltı tanrısı Hades’in Sarayı olmalı!

Ülkemizdeki en güzel mağaralardan biri. Mutlaka yolunuzu düşürüp ziyaret edin.

Karaca Mağarasından sonra Gümüşhane kent merkezine geldik. İmdat’ın arkadaşları geleceğimizi duymuş, sağ olsunlar bize sofra hazırlamışlar. Hoş sohbetle yemeğimizi yiyip köme, pestil ve ekmeklerimizi alıp yola koyulduk. Gümüşhane’nin merkezini gezmeyi başka zamana bıraktık. Farklı bir rotadan dönüşe geçtik.

Sarıçiçek Köy Odaları

Son ziyaret yerimiz Sarıçiçek Köyü oldu. Köy, Bayburt üzerinden Trabzon’a giden eski bir kervan yolu üzerinde bulunuyor. Köyde bulunan odaların hikâyesi şöyle; Kendisi de kervancı olan Ömer Ağa, köye gelen veya köyden geçen kervancıları ağırlamak için bir köy odası yaptırmaya karar vermiş. Bunun için bir usta ve bir çırakla anlaşmış. Fakat neden bilinmez ustayla çırak anlaşamamışlar ve usta, çırağını kovmuş. Yine köyde yaşayan Hüseyin Ağa, gözü yaşlı çırağı işe alıp Ömer Ağa’nınki gibi bir oda yapmasını istemiş. Böylece Usta ve Çırak arasında bir yarışma başlamış. Tam 3 yıl ikisi de çalıştıkları odalardan dışarı çıkmamış, kimseyi de içeri almamışlar. 3 yılın sonunda kapılar açıldığında herkes merakla bu odaları görmeye gitmiş. Çırağın odasını gören ustaysa kendi yaptığından kat kat üstün olduğunu görünce mesleği bırakmış ve bir daha iş yapmamış.

İşte bu iki köy odasını büyük bir merak ve hayretle gezdik. Odaların tavan ve dekorasyonunda sarıçam kullanılmış. Oymalardaki incelik, zarafet, renkler inanılmaz. Kelimeler anlatmaya yetmiyor. Gerçekten çırağın yaptığı odanın tavanıyla yüklüğü muhteşem. Fakat ustanın duvarlardaki kalem işçiliği de bence yabana atılmaz. O yüzden her iki oda içinde muhteşem diyeceğim.

Çok uzun bir gün oldu. Şimdilik hoşça kalın.

Hayallerinize dokunmanız dileğiyle….

Loading

Paylaş :

Comment here