Gezi

Büyülü Fas 1 Casablanca’dan Rabat’a

Fas her zaman gözümde sihirli lambaların, uçan halıların, kıvrak dansözlerin, güzel prenseslerin, büyücülerin ülkesi olarak canlandı. Bugün, yarın derken sonunda bu ülkeye de gitmek nasip oldu.

Kısaca ülke tarihine göz atacak olursak MÖ. 8000’lerden itibaren insan yaşamı başlamış. Fenikeli tüccarların gelmesi ve kolonileşmeyle tarih sayfalarında yer almaya başlamış. Ardından uzun süre Roma İmparatorluğuna dahil olmuş. 5. yy.dan itibaren Vandallar, Vizigotlar ele geçirmiş. Hiçbiri Atlas Dağlarını aşıp Berberi Kabilelere ulaşamayınca Berberiler kendi yapılarını koruyabilmiş.

7.yy. Fas için dönüm noktası olmuş. Güçlü Emevi Devleti, Atlasları aşarak tüm ülkeyi hakimiyeti altına almış. Böylece Berberi kabileler dahil olmak üzere halk İslamiyeti kabul edip, Arap kültürünün etkisi altında kalmış. Daha sonra farklı Müslüman hanedanları tarafından yönetilmiş. Kıyı şeritleri Portekizli sömürgeciler tarafından bir süre yönetilmiş. Bir ara Osmanlı yönetimine girse de kısa sürmüş. Fransız ve İspanyol sömürgesindense ancak 1956 yılında kurtulabilmişler.

Ülke halen kökleri 17.yy. dayanan Alevi Hanedanı, Krallar tarafından yönetilmekte. Şimdiki Kralları VI. Muhammed. (Hanedanın krallarının adı ya Hasan, ya Muhammed başka isim verilmiyor!)

Casablanca

Ülkeyi gezmeye başlayabiliriz. İlk durağımız halkın kısaca “Casa” dediği, Casablanca (beyaz ev) adını İspanyolcadan almış. Şehirdeki binalar da adına uygun olarak beyaza boyanmış. Afrika’nın Marsilya’sı olarak tanımlanıyor Fas’ın en büyük şehri.

Şehri gezmeye Sidi Abdel Rahman Tapınağından başladık. Burası 19.yy.’da yaşamış, keramet gücü olduğuna inanılan Sidi Abdel Rahman’ın mezarının bulunduğu okyanus kıyısında minik bir adacık. Diğer adı da Büyücü Adası. Çünkü el falı, su falı gibi geleceğe yönelik bilgi verilip, büyü de yapılıyormuş. Biz sadece uzaktan bakabildik. Çünkü Sidi Abdel Rahman’ın mezarının dışındaki tüm derme çatma yapılar yıkılmış. Adacıktaki mağaradaysa 1995 yılında yaklaşık 200.000 yıllık bir çene kemiği bulunmuş. Şimdi ada rekreasyon ve arkeolojik sit alanı olarak belirlenmiş, tadilattaydı. Büyücüleri maalesef göremedik.

Şehirde 30 sinagog varmış. Ancak tek ibadete ve ziyarete açık olan Beth-El Sinagog’u olunca onu da rotamıza ekledik. Giriş ücretli. Çok merak edilen bir yer değil ya da ziyarete açık olduğu bilinmediğinden içerde kimse yoktu. Zaten dış kapısı kapalı, bahçe duvarları yüksek tel örgüyle çevrili. Zili çalıp öyle girebiliyorsunuz.

Casablanca denilince herkesin ilk aklına gelen 1942 yapımı Humphrey Bogart ve Ingrid Bergman’ın oynadığı ‘Casablanca’ filmi oluyor. Aslında film ABD’de çekilmiş. Casablanca’ya hiç gelinmemiş fakat o kadar güzel bir ortam yaratılmış ki sanki çekimler Fas’ta yapılmış gibi. “Casablanca” hala Hollwood’un kült filmleri arasında yerini koruyor.

Amerikalı eski bir diplomat uyanıklık ederek filmdeki Rick’s Cafe’nin benzerini 2004 yılında şehirde açmış. Meşhur Rick’s Cafe’ye biz de uğradık. Saat 12:00’de açılıyormuş. Güne erken başlayınca bunların ne kadar ehl-i keyf olduklarını unuttuk.

Şehir merkezini yürüyerek gezdik. Başlangıç noktamız saat kulesi oldu. Fransız işgalciler tarafından inşa edilen bina, 1948 yılında yıkılmış ancak aslına uygun olarak 1993 yılında yeniden inşa edilmiş. Saat Kulesinin biraz ilerisinde “Old Medina” (Eski Şehir Merkezi) var. İç içe geçmiş dükkânlarda giysiden, baharat ve yiyeceğe kadar her şey satılıyor.

Art Deco “Cinema Rialto” kapalıydı, dışarıdan görebildik.

Central Marketse bizim hal. Her türlü sebze, meyve, deniz ürünü ve et satışı yapılıyor. Aynı zamanda beğendiğiniz deniz ürünleri ve eti pişirtip yiyebiliyorsunuz.

Fransız sanatçı Edith Piaf’ın kaldığı “Hotel Transatlantique”e bayıldık. Değme müzelere taş çıkartır. Sergilediği eserler, ağırladığı önemli misafirleriyle ikonik olmayı fazlasıyla hak ediyor. Hiçbir ücret vermeden gönlümüzce gezip fotoğraflar çektik.

  1. Muhammed Meydanı, mimar Joseph Marrast tarafından şehir merkezi olarak tasarlanmış. Adalet Sarayı, Valilik, Büyük Tiyatro, Postane ve Fransız Konsolosluğunun binalarıyla çevrili çok büyük bir alan. Binalar kolonyal dönemin mimari esintileriyle yapılmış. Meydanın ortasındaysa kocaman bir havuz var. Adı “Güvercin Çeşmesi”, anladığım kadarıyla her zaman oturan halkla çevrili.

Casablanca Katedrali çok büyük fakat kapalıydı, dışardan görebildik. Palmiye ağaçlarıyla süslü Arab League Parkın içinden geçip yürüyüş rotamızın ilk kısmını II.Hasan Bulvarındaki meşhur “Glacier Oliveri II” Cafesinde tamamladık. 1950’lerden beri hizmet veren Cafenin dondurma ve kahvesini tavsiye ederim.

Şehirdeki ikinci yürüyüş rotamızın başlangıcı “Mahkama du Pacha”(Paşa Adliye Sarayı) oldu. Halen kullanılan bina saat 15:00’de kapanıyormuş. 15 dk. ile kaçırdık. Görevli asker bizim yalvarmalarımız sonucu kapıdan şöyle bir gösterdi. 1940’lı yıllarda inşa edilmiş ancak Mağribi süslemeleriyle fantastik bir yapı olmuş. Paşa Adliye Sarayının yakınında bulunan Moulay Youssef ve Muhammadi Camilerine de uğradık ama Fas’ta namaz vakitlerinin dışında camiler kapalı, içeriye sadece Müslümanları alıyorlar. O yüzden yürüyüş rotamızı burada bitirip, şehirdeki en önemli yerlerden biri olan II.Hasan Camisine geçtik.

  1. Hasan Camisi, 1993 yılında Kral II.Hasan’ın 60. yaşı anısına, Kralın gördüğü bir rüya üzerine yapılmış. Dünyanın ikinci en büyük camisi ve 210 m. minaresi ile dünyanın en uzun minaresi unvanına sahip. Gittiğimizde ikindi ezanının okunmasına az kalmıştı. Müslüman olmayanlar giremediği için cami adabına uygun giyinip “Müslüman olduğumuzu söyledik”. Fakat ısrarla gişeleri gösterip bilet almamızı istediler. Bekleyip namaz kılmak için giren halkla birlikte girdik. Cami bizim camilerimiz gibi kubbeli, yuvarlak değil dikdörtgen planlı yapılmış. Hava çok sıcak olduğu için çatısı teravih namazlarında açılıp, yıldızların altında namaz kılınıyormuş! Kuran’da geçen “Allah’ın arşının su üzerinde olması” ayetine ithafen caminin dörtte üçü okyanusa dolgu yapılarak inşa edilmiş. Kadınlar kısmına üst kata çıktığım için alt kata yukarıdan baktım. Okyanusun üzerindeki cam tabanı halılarla kapatmışlar burada sadece Kraliyet Ailesi ibadet edebiliyormuş! Fakat ahşap oymaları, geometrik desenli seramikleri, Endülüs mirası süslemelerine hayran oldum. Çok önemli bir detay, yürüyen merdiven ve asansör de yapmışlar. Caminin avlusu da içi gibi çok güzel ve süslüydü. Gelen herkes her yeri hayran hayran seyrettiğinden namaz sonrası görevliler kaba bir şekilde neredeyse kovarak herkesi çıkardılar. Burası şehirdeki son ziyaret noktamız oldu. Camideki görevlilerin çirkin tavrından dolayı mı bilemiyorum ama Casablanca hayal ettiğim gibi egzotik, büyülü değil sıradan geldi.

Muvahhidler’in ve Fas’ın başkenti Rabat

Kuzey Afrika’nın Washington’u ve Çiçekler Şehri olarak adlandırılan Rabat, bakalım büyülü mü?

İlk yerleşim MÖ. 3. yy.da başlamış. Pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmış. Muvahhidler döneminde 1184-1199 yılları arasında bir dönem başkentlik yapmış. Sonra başkentliği diğer şehirlere kaptırsa da Fransız Sömürge döneminde tekrar başkent olarak inşa edilmiş.

Biz de bu güzel şehrin Old Medina bölgesinde bir ribadda kaldık.

Ribad, 2 ya da 3 katlı, üst katı teras orta kısmı büyük bir oda kadar açık eski, bahçeli evler. Gezimiz süresince birbirinden farklı, otantik, bir o kadar da ilginç ribadlarda kaldık.

Şehri yürüyerek gezdik. Deniz feneri ve okyanus manzaralı mezarlık başlangıç noktamız oldu, hemen yakınında bulunan Plateforme du Semaphore seyir terasından Bou Regreg Nehrinin okyanusa karışma manzarasını izledik. Hemen yakınında bulunan Kasbah of the Udayas 10. ve 18.yy. arasında farklı hanedanlıklara ev sahipliği yapmış. Biz de bu güzel kalenin içinden Endülüs Bahçelerine indik. Yemyeşil bakımlı bahçeler egzotik bitki ve çiçeklerin mis kokularıyla baş döndürüyordu.

Nehir kıyısından yürüyerek Hasan Kulesine geldik.

1195 yılında Almohad Hanedanının 3. Halifesi Yakup El Mansur dünyadaki en büyük cami inşasını başlatmış. Ancak 4 yıl sonra vefat edince caminin temelleri ve 40 m.ye kadar yükselmiş olan minaresi de yarım kalmış. Ülkemizden farklı olarak müezzinlerin minareye at veya eşekle çıkması için rampa yapılmış! Yaklaşık 900 yıllık minare ve temeller öylece duruyor. Kulenin hemen karşısındaysa Kral V. Mohammed Türbesinde askerler bekliyor. Fas’a bağımsızlığını kazandırıp 1957/1961 hüküm sürmüş.  Şimdiki kralın dedesi. Türbe inanılmaz işçilikle dolu. Mermer, granit, ahşap kimi yerde ince ince oyma, kimi yerde kakma tekniğiyle çalışılmış. Seramikler de ayrı bir renk cümbüşüyle süslenmiş. V. Mohammed burada oğlulları Kral II.Hasan ve Prens Abdallah’la birlikte yatıyor. Türbenin yanındaysa Hassan Camisi var. Gittiğimizde kapalıydı. Etrafı gezerken birden ezan sesiyle insanların camiye girdiklerini fark ettim. Ben de yallah camiye. Kapıdaki adam almak istemedi, epey bir mücadele ile içeri girdim. Kapıdaki adam peşime bir kadın taktı onunla birlikte gezdim. Fotoğraf çekilmesine izin vermediler. O yüzden burası ile ilgili fotoğraf yok fakat içerisi yine inanılmazdı. Her milimetreyi şekillendirmişler. Her yeri hayran hayran gezdim. Namaz sonrası herkesi dışarı çıkartıp caminin kapısına kilidi astılar!

İstikamet Arkeoloji Müzesi fakat yolumuzun üzerindeki Saint-Pierre Kathedralini de es geçmedik. Sömürge döneminden kalmış. Aktif olarak kullanılıyor. İlginç olan, katedral bir mağaraya bitişik yapılmış ve bu kısım kutsal alan olarak belirlenmiş. Gittiğimizde bir delikanlı papazla konuşuyordu. Ne diyelim? Allah günahlarını affetsin!

Arkeoloji Müzesi çok küçüktü. MÖ. 3.yy.dan beri yaşam olan yerde bu kadar az eserin olması sömürge döneminde taşındığını düşündürüyor. En önemli eserse Marcus Antonius ve Cleopatra’nın kızları Cleopatra Selena’nın kocası Berberi Kral II. Iuba’nın büstüydü. Yürüyüşümüz burada bitti. Diğer yerlere araçla gittik.

Royal Palace Dar Al Mahzen’e herkesi almıyorlar. Şoförümüz özel gidip görüştükten sonra izin verdiler. Sarayın sadece büyük has bahçesini şöyle bir gördük. Sarayın kapısına ya da belirlenmiş yolun karşısına bile geçemiyorsunuz. Tüm bahçe yemyeşil ve çok güzeldi. Tabi sonuç olarak saray bahçesi.

Fenike kolonisi olarak kurulan Cellah, MS. 40 yılından itibaren Romalıları ağırlamış. Rabat’ın en eski kalelerinden biri. Ancak tadilattaydı. Nehre tepeden bakan kale çok büyüktü. Sadece etrafını gezebildik. Böylece Rabat gezimizi tamamladık.

Gelecek sayımızda Asilah’da buluşmak üzere, hoşça kalın.

Hayallerinize dokunmanız dileğiyle…

 

 

 

Gülçin SOYTUTAN
Latest posts by Gülçin SOYTUTAN (see all)
Paylaş :

Comment here