Yazarlar

Her Şeye Rağmen Yine Vatan

Memlekette, üstesinden gelmeye çalıştığımız bir sürü sorun var. Sorunların temelde ana kaynağı ekonomi. Yıllardır zig-zaglar çiziyor. Döviz, faiz, mal, hizmet, talep, arz bir türlü dengeye oturtulamadı. Bugün 10 olan, yarın 20… Asgari ücret, emekli ve memur maaşları sürekli güncelleniyor ama nafile… Dün alınan, bugün aynı parayla alınamıyor. Daha doğrusu; para pul oldu artık o da kullanılmıyor, yerini kartlar ve internetten yapılan sanal transferler aldı.
Ev bulmak sıkıntı, kiralar sıkıntı, aidatlar sıkıntı… Ne kiracının, ne mal sahibinin yüzü gülüyor. Fırsatçı ev sahibi kiracısını tahliye edip, astronomik fiyatlarla kiralama yaptı. Arsız kiracı % 25’i bahane edip, bedavaya oturdu. Vekâletleri toplayan mafyöz yöneticiler, aidat-ek bütçe adı altında sitede oturanları haraca kesti ve kesmeye de devam ediyor.
Çocuklar okula gidecek, evin dibindeki okula öğrenci yazdırmak problem. 3-5 km mesafedeki okulların servis parası bile el yakıyorken, özel okul hayal… Para yoksa, orta ve yükseköğrenimde seçme şansı çok az. Eskiden pek sorun olmayan elektrik, su, doğalgaz, köprü-otoyol-tünel ücretlerinin aylık toplamları 3 sıfırlı rakamlarla fena halde can yakıyor.
İnsanlar şehirlere doldu ve her şey kişiselleşti. Kişiselleşen talep ve hizmetler karşısında, toplumun egosu şişti, kimse kimseye tahammülü yok. Ortaya çıkan nizalarda, kolluk ve adalet teşkilatı yetersiz kalıyor. En basit davadaki arabulucu, mahkeme, istinaf süreçleri yıllar sürüyor ve alacaklının alacağı kuşa dönüyor, haklının hakkı kayboluyor. Geç gelen adalet, adalet değil.
Yollardaki arsız-yüzsüzler trafiği alt üst ederken ortada görünmeyenler, yolunda giden vatandaşın önüne dubaları koyup, sayısal istatistikler yayımlayarak kendilerince yasak savıyorlar. Ana akım medyanın, akşam haberlerinin neredeyse tamamı üçüncü sayfa haberleri. Bir kesim var ki, suç işlemekten hiç çekinmiyor. Her şey o kadar sıradanlaştı ki, millet “adam sen de” deyip, yoluna gidiyor.

Kamu kurumlarında ve mahalli idarelerde, işe binlerce işçi-memur alınıyor. Ama bir türlü istenen hız ve verimlilik sağlanamıyor. Mahalli idareler borç batağı içinde. Tüccar hesabıyla iflas etmiş durumdalar, ancak kamuda kepenkler inmediği için “borcum-borç” alacaklısı tüccar ne hali varsa görsün.

Otoyollar, havalimanları, köprüler, tüneller, tüp geçitler, devasa şehir hastaneleri, adliye sarayları, kamu binaları yapıldı. Ama toplu taşıma hizmetleri yetersiz, yap/işlet/devret yöntemiyle yapılan müteahhit otoyol ve köprüleri hep pahalı ve sürekli zam geliyor. Sağlık hizmetlerinde, hasta muayene randevusu bile sorun…

Kamu binalarına gittiğinizde, her biri ayrı birer cumhuriyet… Halka ait bu binalar, sanki memura babasından miras kalmış. Vatandaş hep ayakta… Sokaklarda uygulanmayan kanunlar ve mevzuat, sadece bu binaların içinde var.
Anayasamız, devlet yapılanmasında güçler ayrılığı prensibini benimsemiş. Buna göre yasama, yürütme ve yargı erkleri birbirinden ayrılmış. Kanunları halk tarafından seçilmiş vekillerden oluşan meclisin yapması, yürütme görevini yine halk tarafından seçilen cumhurbaşkanını yerine getirmesi, adaletin de bağımsız ve tarafsız yargı tarafından dağıtılması öngörülmüş.
Vekiller, başkanlarının gösterdikleri adaylar içinden seçiliyor. Meclisteki çoğunluk, cumhurbaşkanına tabi olduğu takdirde, diğerlerinin dolgu malzemesi olmak ve milletvekili maaşı almaktan başka pek bir işleri olmuyor. Meclis kürsüsünden konuşsalar da, bağırsalar da, pek bir şey fark etmiyor. Arada bir de, mecliste köftiden rezil kavgalarla kişisel gündem yaratma çabaları oluyor.
Diğer bir güç olan yargı erkini oluşturan adalet teşkilatında görev alacak hakim ve savcıları atayan, görev yerlerini değiştiren, gerektiğinde meslekten uzaklaştıran kurulların üyelerinin bir kısmı mecliste, bir kısmı cumhurbaşkanınca seçiliyor. Yani her hal ve kârda, iktidar tarafından… Hakim ve savcıların mesleğe giriş, özlük, tayin, terfi işlemlerini yapan kurumların üyeleri doğrudan siyaset tarafından atanırsa, yargının bağımsız ve tarafsız olabileceğinden bahsedilebilir mi?
Anayasanın metniyle, sahadaki uygulamaların birbiriyle hiç ilgisi yok. Yürütme organının istemediği bir yasa teklifi ne meclis gündemine alınabiliyor, ne oylanıyor, ne de kanunlaşıyor. Yargı organlarını da yürütme organı ve onun emrindeki yasama organı atadığına göre, anayasanın ruhunda yer alan güçler aykırılığı ilkesiyle bir çok prensipleri, şu anda fiilen raftadır.

Dünya hızlıca gelişirken, gelişmiş dünya özgürlüklerin tadını çıkarırken, bizler de “ekonomi iyiye gidiyor” mesajlarının altında, birdenbire gelen elektrik, su, doğalgaz, otoyol, köprü şok zamlarını düşünürüz. Gençlerimiz ülkeden gitmek istiyor, buna karşın iktidar da “şükredin” diyor.

Tüm bu yapı içinde, çok övündüğümüz kültürümüz, tarihimiz, toplumsal davranışlarımız tarumar oldu. Artık toplum olarak hepimiz kişiselleştik, egoistleştik. “Adam sen de”, “bana dokunmayan yılan bin yaşısın” misali, yakın çevremizdeki veya toplumsal olaylara kafamızı çeviremez olduk. Niye? Çünkü kafayı çevirince; enerji, zaman ve para kaybedeceksin, belki de polise, mahkemeye düşeceksin. Kişiselleşen toplumda herkesin daha çok beklentisi ve ihtiyacı var. Zaten gelir ve zaman da yeterli gelmiyorken, insanlar olaylara müdahil olmayı göze alamıyor.

Bunlar yetmezmiş gibi yakın coğrafyamız ateşten çember. Her tarafımızda savaşlar, vahşet ve ölüm… Ama onların dedeleri, geçen yüzyılın sonunda vatanlarını korumak için bizim dedelerimiz kadar yürekli olmadı. Şimdi de değiller. Kimse bizim verdiğimiz kadar can vermedi. Dedelerimiz bu topraklar can verdi, kan döktü. Vatanın her karışı, şehit kanlarıyla sulandı. Bu kadar cana, bu kadar kana, bu kadar emeğe karşın, layığımız bulunduğumuz yer değildi.
İçinden geçtiğimiz zaman diliminde, “artık bu ülkede yaşanmaz, ülke bitti” sözlerinin sık sık kullanıldığı şahit oluyor ve bunun bir kırılma dönemi olduğunu değerlendiriyorum. Her yanı şehitlerimizin kanı ile sulanmış ülkemiz için daha fazla çaba göstermemiz, daha çok okumamız, haklarımız ve görevlerimizi iyice öğrenmemiz, doğru bilgileri başta gençler olmak üzere çevremize yaymamız, aklın ve bilimin ışığında ülkemizi bu girdaptan çıkarmak için çaba sarf etmemiz gerekiyor.

Bunun aksini düşünmek; tarihimize, atalarımızın hatırasına ve damarlarımızdaki kana ihanettir.

Loading

Engin Güner
Paylaş :

Comment here