Yazarlar

Şahsileşen İhtiyaçlar, Ego Ve Satınalma Tercihleri

Cep telefonları ile ilk 1994 yılında tanıştık. Başlangıçta sadece “alo” diyebiliyorken, SMS ile başlayan mesajlaşmalar, internetin cep telefonlarına girmesi, sosyal ağlar, uygulamalar derken, hayatımız baştan sona değişti. 2000’li yıllardan önceki hayatı yaşayanlar ile cep telefonu ve internetin içine doğanlar arasındaki fark ve hayat algısı bu sebepten çok farklı…

Şu an 20’li yaşlar ve altındakiler için cep telefonu ve internetin olmadığı bir hayat düşünülemezken, bugünkü ortamı hazırlayan kuşaklar, teknolojik gelişmesiyle ortaya çıkan rahatlıklara çok daha ihtiyatlı yaklaşıyor.

Zaman teknoloji zamanı… Bu zamanın bizlere öğrettiği en önemli şeylerden bir tanesi de, teknoloji gelişip, imkânlar arttıkça, sanal olarak çok daha fazla insan kitlelerine ulaşma imkânına kavuşan insanoğlu, hayatın içinde fiilen yalnızlaşıyor. Bir diğer değişim de, daha önceki dönemde ihtiyaçlar ve tercihlerde aile içinde ortak belirlenirken, imkânların artması ve çevre faktörü de tercihleri şahsileştirdi. Yerine getirilen her şahsi tercihimiz, tatmin duygusundan ziyade her geçen zaman diliminde egolarımızı şişirdi. Egomuz şiştikçe ihtiyaçlarımız şahsileşti, şahsi ihtiyaçlarımız giderildikçe,  egomuz şişti ve kısır döngüye dönüştü.

Teknolojinin bu kadar gelişmediği zamanlarda; bir lokanta ve kafeteryaya gittiğinizde (ki o yıllarda restoran ve kafe yerine bu isimler kullanılırdı) menülerdeki yiyecek ve içecek çeşitleri, otomobil alacak olduğunuzda versiyonlar (ki hazırda araba olmaz sıraya girmeniz gerekirdi), giyim ve aksesuar mağazalarındaki çeşitler bu kadar  değildi. Hatta çok paranız olsa bile bugünkü tanınmış marka ayakkabıları alamazdınız, cheesecake yiyemezdiniz, kokoreç-midye tava-profiterolü peşpeşe  yiyecekseniz mutlaka Beyoğlu’na, hamburger için Taksim’e gitmeniz gerekiyordu, kışın ortasında dondurma, hazirandan önce domates bulamazdınız, latte-cappuccino içemezdiniz, eve telefon bağlatmak için yıllarca beklemeliydiniz, taksimetre olmadığı için taksicilerle pazarlık etmeliydiniz. O dönemlerde kredi kartı olmadığı için cebinizde mutlaka para ya da esnafta krediniz olması gerekirdi. İşkembeciler hariç, öyle 24 saat yemek bulmak da çok mümkün değildi. Paşa torunu değilseniz, kimse de ayağınıza sipariş getirmezdi. Canınızın istediğini, istediğiniz zamanda alamadığınızda da, paranız bir nebze olsun cebinizde kalırdı.

Devir değişti. Teknoloji var, internet var, cep telefonu var, uygulamalar var, motokuryeler var. Özellikle pandemi döneminde başlayan, zaman ve yer tanımayan internet üzerinden paket yemek siparişi, market alışverişi ve diğer ürünlerin tedariği; ticaretin kurallarını, satıcıyı, alıcıyı, esnafı, müşteriyi ve he şeyimizi değiştirdi.

İhtiyaçlar sözkonusu olduğunda her birimizin ihtiyaçları artık bireysel… Evdeki herkesin arabaları ayra, şampuanı ayrı, televizyonu, bilgisayarı, gardrobu, yemek saatleri ve zevkleri… Yalnız yaşayanlar da, yeni evliler de…. Eve ekmek getiren ebeveynler de, onların bakmakla yükümlü olduğu bir kısmı 20’li yaşlarına gelmiş olmalarına rağmen bir türlü üniversitelerini bitirip iş-güç sahibi olamayan çocuklar da… Herkesin elinde-cebinde kredi (veya yemek) kartı ya da hafızalara kazınmış kart numaraları… “Karnımız tok-aç, ihtiyacımız var-yok, zamanı-zamanı değil” demiyoruz. Herkes ve her şey, ayrı bireyler olarak sistemin içinde… Anne, baba, eş, küçük çocuk, okullu çocuk, üniversiteli genç…

Cep telefonu, internet, uygulama, kredi kartı…. 7/24 gelsin yemekler, kıyafetler, telefonlar, hediyelikler…. Bazıları yan sokaktan, bazıları dünyanın diğer ucundan… Zaman ve mekân sınırı olmayan, her istenin kolayca ayağa geldiği ve kredi kartı borçlarının sürekli şiştiği bir sisteme para yeter mi?

Şehrin, semtin mağazasından, marketinden, lokantasından, esnafından görerek, konuşarak, alış-veriş yapılsa, ambalaj masrafı olmasa, kurye parası olmasa, uygulama komisyonu verilmese, üç kuruş esnafın cebine kalsa, iki tatlı laf duysak, güler yüz görsek, hem esnafın cebinde para girse, hem artan para cebimizde kalsa, sanal olarak değil yüzyüze sosyalleşsek olmaz mı?

Kim bilir belki, günün birinde evin ya da arabanın anahtarını veya emaneten bir şeyi bırakacak esnafa ihtiyacımız olur.

 

 

 

 

 

Engin Güner
Latest posts by Engin Güner (see all)
Paylaş :

Comment here