Kategori Dışı

Kesilmiş keçinin davası mı olurmuş demeyin…

Kesilmiş keçinin davası mı olurmuş demeyin…

Konuklarını nasıl ağırlayacağını kara kara düşünen Bektaşi’nin gözü, Yahudi komşusunun keçilerine takılmış. Keçilerden birini çaktırmadan alıp kesmiş. Durumu fark eden Yahudi;
“Kadıya gitsem… Kadı da Bektaşi’de Müslüman, ben; Yahudi’yim. Davayı kazanamam. Hadi kazandım, Bektaşi’nin nesi var ki, hakkımı alabileyim… Biz artık Allah’ın huzurunda hesaplaşırız…” düşüncesi ile şikâyetçi olmamış.
Gel zaman git zaman her ikisi de rahmetli olmuş. Yahudi, ahrette Bektaşi’den davacı olmuş. Mahkeme kurulmuş ve Bektaşi’ye sormuşlar:
– Sen Yahudi komşundan habersiz keçisini kesmişsin…
– Kesmedim, demiş Bektaşi.
– Ben gözlerimle gördüm demiş, Yahudi.
Bektaşi “Bir mahkemede bir adam hem şahit, hem davacı olamaz.” diye itiraz etmiş.
– Haklısın ama günahların arasında keçiyi kestiğinde yazılı, demişler.
Bektaşi bu kez, “Mahkeme hâkimi aynı zamanda şahitlik yapamaz.” diye itiraz etmiş.
– Gene haklısın; o zaman getirin keçiyi ona soralım… demişler.
Bektaşi son bir çaba ile çözüm yolu önermiş:
– Keçi burada mı? demiş Bektaşi, o zaman neyin davasını görüyoruz.

Padişahsan ister asar, ister kesersin

Başarısızlıklarımızın da bizimle tabiî ki bir ilgisi yoktur.
Birileri bizim başarılı olmamıza engel olmuştur. O birileri olmazsa biz neler yaparız.
Avcı Sultan Mehmet adamlarıyla beraber uğraşmasına rağmen akşama kadar bir keklik bile vuramaz.
Bunun sebebini de, sabahleyin gördüğü bir dervişin uğursuzluğuna bağlar. Adamlarına Saraydan çıkarken, gördüğü kişiyi bulmalarını emreder. Tarif üzerine Bektaşi Babalarından Ayyaş Hamza Babayı yaka paça huzura getirirler.
– “Bre uğursuz, nabekâr! Bugün sabahleyin karşıma çıktın. Bu yüzden akşama kadar bir ava rastlayamadım. Bu ne uğursuzluktur. Vurun kellesini…”
Bektaşi bakar ki kelle elden gidiyor. Son bir dileğini açıklamak için söz alır:
– “A devletlim, siz beni gördünüz bir keklik vuramadınız. Ama insaf ediniz, benim de bugün ilk gördüğüm sizdiniz ve kellemi kaybediyorum. Söyleyin, uğursuzluk hangimizde!”

Bu sessizlik kabullenmenin mi, yoksa fırtına öncesinin sessizliği mi?

Eskilerin bir lafı vardır…
“Borç bini geçince yağ, bal yiyeceksin” diye Bundan sonrasını alacaklı düşünsün.
Ülkenin birinde hükümdar, halkına zulüm eder, olur olmaz zamanlarda vergileri artırırmış.
Günlerden bir gün yine vergileri artırmış.
Vezirlerinden birini halkın arasına göndermiş. ”Bak bakalım, halk ne yapıyor” demiş.
Vezir halkın arasında dolaşıp gelmiş “Hünkârım halk çok kızgın demiş” Hünkâr ellerini ovuşturmuş. ”Çok güzel, vergileri biraz daha artırın” emrini vermiş.
Vezir itiraz edecek olmuş ama Hünkâr dinlememiş. ”Bağırıp çağırıyorlarsa, hala verecek bir şeyleri olmalı ” demiş.
Çaresiz ikinci defa vergiler artmış. Halk yine kızgın, öfkeli bağırıp duruyor. Halk bağırıp çağırdıkça vergiler artmış, Hünkâr ve etrafındakiler zenginleşmiş.
Vergiler yine artmış. Hünkâr vezirini tekrar halkın arasına göndermiş. Vezir döndüğünde “Hiç tepki vermiyorlar. Kimseyle konuşmuyorlar” demiş.
Hünkâr “İşte şimdi korkalım” demiş.

Türkiye’de de insanlar çok sessiz…
Bu sessizlik kabullenmenin mi, yoksa fırtına öncesinin sessizliği mi?

Loading

Dursun Arık
Paylaş :

Comment here