Öncelikle şunu söyleyeyim. Başlığın açıklaması yazının en sonunda…
2023 yılında Türkiye’de genel seçimler yapılacak. Kendimi bildim bileli “içinden geçtiğimiz bu kritik süreç” bir türlü bitmedi, bitmiyor.
İktidar açıklamalarında sürekli sayılar ve veriler üzerinden hep daha iyi olduğumuzu ifade etse de, bu seçime de; geçmişten gelen kronikleşmiş sorunlar ve yaşadığımız dönemin kronikleşmeye yüz tutmuş sorunları ile giriyoruz.
Terör, güvenlik, adalet,gelir dağılımı, şehir planlama ve kentleşme, vesayet ve ötekileştirme…. Bunlar kronik sorunlarımızdı. Öyle yenileri geldi ki, neyi nereye koyacağımızı şaşırdık.
Son birkaç yıl içinde elektrik, akaryakıt, döviz maliyeti, ev ve işyeri kiraları kaça katladı?
Çocuğunuzu evinizin yakınında, gönül rahatlığıyla gönderebileceğiniz kaç tane devlet okulu var?
O kadar hastane yapıldı, en ufak bir rahatsızlıkta devlete bağlı hastanelere ya da gerekli olduğunda parasız olduğu söylenen özel hastanelerin acil servislerine gitmeye cesaret edebiliyor muyuz?
Belediye otobüsü, metro, tramvay gibi toplu taşıma araçları, semt pazarları, kiralık evler, mesire alanları, yaşadığımız apartmanlar… Bunların hepsinde, turist olmayan ve her milletten yabancılarla karşılaşıyoruz. Zaman geliyor toplu taşıma araçlarına binemiyoruz, zaman geliyor pazarlarda sebze-meyve kalmıyor, kiralık evler karaborsa, taksi, hastane ve lokantalarda artık ikinci sınıf müşteriyiz, toplu taşıma araçlarında zaten ayaktaydık, şimdi de binemiyoruz bile… Niye bu ülkede olduğu belli olmayan bir sürü insan, her yerde…
Devlet eskiden de otoyol-köprü yapar ve hiç düşünmeden geçerdik. Şimdi mimari matematikleri dünyada sıralamaların üst seviyelerinde, hatta başında yer alan hava limanı, köprü, tünel ve otoyollar yapılıyor ama öyle geçiş ve kullanma ücretleri var ki, kullanmaya korkuyoruz. Hızlı tren projeleri hep gündemde ama bir türlü hayata geçemiyor. Hayata geçenler ise talebi karşılayamadığı için bir türlü yer bulunmuyor.
Göçmenler başlı başına bir sorun. Bir taraftan ülkenin kaynaklarını eritirken, diğer taraftan işgücü piyasasının tüm dinamiklerini bozup, zaten haksız rekabetin yaşandığı emek-yoğun sektörleri alt üst etti. Misafir olarak geldikleri ülkemizde, sorun kaynağı oldular.
İdari kadrolar, bürokrasi ve memuriyette tek liyakat kriteri –taraftarlık- yani liyakatsizlik oldu. Hak’etmeyenlere, devletin imkân ve olanakları sunulunca, bu makamlara gelenler kendini devletin sahibi zannettiler.
Teknoloji ve iletişim çağındayız. Hangi devlet dairesinin telefonu cevap veriyor? Her taraf network ağı, ama kamununki ne zaman verimli çalışıyor? Kamu kurumunda gidip de,ne zaman sorun çıkmadan işleminiz yapılıyor? Memura gittiğinizde, işi halletmek için yol göstermiyor, nelerin görevi olmadığını söylüyor. Memur, ya o gün yerinde olmuyor, ya da sistem çalışmıyor… Böyle bir yapı içinde eğitim, güvenlik, adalet sistemlerinin hizmet üretebilmesi, ekonominin doğru çalışması mümkün mü?
Kanun var, kural var, memur var, teknoloji var, altyapı var… Bugün hangimiz poliste, mahkemede, icrada, hastanede ya da herhangi bir kamu kurumunda işimiz olsun isteriz? Memurumuzun çalışma saatleri belli. Günlük 7,5 saat net. Kural olarak haftasonu 2 gün, resmi ve dini bayramlar, yılbaşı, yıllık izinler ve raporlu günlerde çalışmıyor. Çalıştığı günlerde de; ya sistem yok, ya da “o benim işim değil”. Maaş, katsayı, enflasyon farkı ve Devlet Memurları Kanunu koruma zırhı… Bu güvencelerin hangisi diğer vatandaşlarda var? Sürekli memur kollanıyor.Peki bu imkânları sağlayacak vergiyi kim ödüyor?
Ya trafik ve trafikteki teröre ne demeli? Daha dün Adana’da; aracından şişe atan gençleri uyaran diğer sürücüye gençlerin küfür etmesi üzerine, sürücü aracından odun ile inip gençlerin üzerine gidiyor, gençler de bagajlarından çıkardıkları pompalı tüfekle, diğer araca ateş açıyorlar.
Bir başka örnek de yakın çevremdem… Yakın bir arkadaşım ve Almanya’dan tatile gelen arkadaşı İstanbul’da ve akşamın geç saatlerinde, yol vermeyen motokuryenin (dikkat edin, yolu vermeyen otomobil değil, motorsiklet) küfür etmesi üzerine, araçtan inip tartışmaya başlamış. Bir anda 4 motokurye ortaya çıkıp, ellerindeki kasklarla arkadaşlarımız darp etmişler. Almanya’dan gelen misafir arkadaşımız yere yuvarlanmış ve bu esnada iki gözünü morartıp, kaşını açmışlar. Durumu içler acısıydı. Bir de üzerine üstlük, acil servisine gittikleri devlete ait Çapa’daki üniversite hastanesi oldukça yüklü bir para talep edildi. Failler ise ortada yok.
Kamu görevlisi adı altında, hiçbir kanun ve mevzuatta ayrıcalığı bulunmayan çakarlı-sirenli araçları ile bunları taklit eden çakallar, sabah ve akşam emniyet şeritlerinde bütün düzeni bozuyor. Hani anayasaya göre herkes eşit?
Ülkemizde bazı şeyler başımıza gelmiyor ise arabamızdan inmediğimiz, sesimizi çıkarmadığımız, karakolluk olmadığımız, mahkemelik olmadığımız içindir. Bu durumda da, hak kaybı yaşıyor ve ne kendimizi, ne işimizi, ne de çevremizi geliştirebiliyor, dolaylı da olsa ülkemize vereceğimiz katkı sınırlı kalıyor.
Her şey mi kötü, hayır…. Bir sürü güzellikler var. Ancak yerimizin sınırlı olmasından dolayı, daha burada aktaramadığımız usulsüzlük ve çirkinlikler hepsinin üzerini örtüyor. Liyakatsizlik piramidinden oluşan bu yapıda, sadece belli kesimleri mutlu ediyor.
Gelelim mokokoya… İki turist Afrika’da safariye çıkıyor ve yamyamların eline düşüyorlar. Yamyamlar ellerini arkalarından bağlayıp, köy meydanında oturtup, sırayla soruyorlar; “Ölüm mü, mokoko mu?”. İlk turist; “ölümün ne olduğunu zaten biliyoruz, mokoko ne olursa olsun ölümden iyidir” diye düşünüyor ve “MOKOKO” diyor. Fıkralardaki tip uygulama olduğu üzere, yamyamlar adama (güncel söyleme uygun tabirle) istismarda bulunurlar. İkincisine sorduklarında, “böyle yaşamaktansa ölmek daha iyidir” diye düşünüp, “ÖLÜM” diyor. Yamyamlar,sevinç çığlıkları ile mızraklarını havaya sallayarak, hepsi bir ağızdan “ÖLENE KADAR MOKOKO” diye bağırırlar.
Bizler siyasetçi değiliz. Ancak siyaset kurumunun, toplumun hassasiyet ve eleştirilerini dikkate alması gerekir. Artık yamyamların mokokosundan bıktık. Ölene kadar mokoko hissine kapılanların, güzel ülkemizi terk etmesi de cabası…
- YENİ NORMAL - Ekim 31, 2024
- Devletimiz güçlüdür. Peki,adil mi? - Ekim 7, 2024
- Her Şeye Rağmen Yine Vatan - Ağustos 27, 2024
Comment here