Gezi

Portekiz Gezi Notları 3 Güneye Doğru

İspanya’da doğan nehirler, Portekiz’in topraklarını sulayıp okyanusa dökülürler. Büyük teknelerin gezdiği debisi yüksek Douro, Tejo ve Alentejo ülkeyi üç parçaya böler. Geçen yazılarımızda Duoro Nehrine ulaşmıştık. Artık güneye inme zamanı.

Aveiro

İlk durağımız Vagua Nehrinin okyanusa dökülürken yaptığı geniş lagünde yer alan Aveiro. Şehrin kurucusu İmparator Marcus Aurelius. 2000 yıllık geçmişi olan şehrin kanalları, Moliceiros adı verilen renkli tekneleriyle sıra dışı görüntüler sunuyor. Portekiz’in Venedik’i deniliyor. Süslemeli Art Nouveau mimarisiyle yapılmış binalar kanallara ayrı bir güzellik yansıtıyor. Açık hava müzesi gibi. Pek çok bina azulejoslarla (çini) kaplı. En güzeli eski tren istasyonunun dış cephesindekiler.

Meşhur tatlıları“ovos melos ”u da denedim. Yumurta akı ve şekerle şekil verilmiş sert bir kabuğun içine, çeşitli marmelatlar konularak yapılmış. Ben ki tatlıyı çok severim. Bunu zor yedim. Yumurta ve şeker tadı çok fazla, kokusu da ağırdı.

Aveiro, aslında balıkçı kasabası. Costa Nova’ysa bir zamanlar balıkçıların ağlarını, malzemelerini sakladıkları ahşap barakaların olduğu bir köymüş. Sonra bunları yazlıkçılar kullanmaya başlamış. Şimdiki halleriyse inanılmaz! Rengârenk boyanmış, pijamalı ahşap evlerin hangisinin fotoğrafını çekeceğimizi şaşırdık.

Coimbra

12-13.yylar arasında ülkenin başkentliğini yapan şehir. Günümüzde entelektüel başkentmiş. Ortaçağ kimliğini hiç bozmamış. Minik parke taşlı daracık sokakları, yürüyüş yollarıyla huzur dolu. Geçmişlerine sahip çıkan Portekiz’i kıskandım!

Önce Se Katedraline gittik. İçerde ayin vardı. Duvarlarında birçok önemli olay azulejoslarla anlatılmıştı.

Şehrin simgesi olan Coimbra Üniversitesi 1290 yılında açılmış. Günümüzde de eğitim veren üniversiteden pek çok ünlü isim çıkmış. Üniversiteyi gezmek ücretli. Her bölümün farklı fiyatı var. Dünyanın en güzel kütüphanelerinden biri olan Joanina ’yı görmek istiyordum, fakat fotoğraf çekmek yasak olunca vazgeçtim. Bir hatıra kalmadıktan sonra anlamı olmuyor! Şehrin tepesindeki müthiş kampüsünü gezip yolumuza devam ettik.

Batalha Manastırı

Yani Savaş Manastırı, adını verdiği Batalha şehrinde bulunuyor. 1383 yılında erkek varis bırakmadan ölen kralın kızıyla evli olan Kastilya Kralı I.John, tahtta hak iddia edince I.Pedro ’nun gayri meşru oğlu Joao ve General Pereira ’nın yönetimindeki soylu ve halktan oluşan birliklerin Aljubarrota’da Kastilya birliklerini yenmesi anısına yapılmış. Portekiz tarihinin en önemli savaşıymış. Hala İspanya ile olan bağımsızlık mücadelesinin sembolü olarak görülüyormuş.

Gerçekten çok büyük, geç gotik ve Manuelin mimarisiyle harmanlanmış, ince taş işçiliğiyle bezenmiş bir manastır. Karşıdan heybetli, dantel gibi süslü yapısına hayran kaldık.

Geç ulaştığımız için manastır kısmı ziyarete kapanmıştı. Kiliseyi gezebildik. Çok ihtişamlıydı. İçeride pek çok mezar vardı. Çünkü I.Joao ile Aviz hanedanı kurulmuş, manastır hanedanın mezar kilisesi olmuş.

Fatima

Portekiz’in “3 F”si meşhur. Fado, Futbol, Fatima. Hikâye şöyle: 13 Mayıs 1917 tarihinde üç çoban çocuk yağmurdan korunmak için meşe ağacının altına saklanmış. Üstlerinde bir gölge fark etmişler. Bakmışlar, Meryem Ana… Çocuklara buraya bir kilise yaptırmalarını söylemiş. Fakat çocuklara kimse inanmamış. Sonrasında pek çok kehanet gerçekleşince, kutsal alan oluşmuş. Şimdi Vatikan’ın onayıyla Katoliklerin en kutsal yeri ve hac merkezi.

Kutsal alan aynı anda bir milyon kişinin sığabileceği şekilde tasarlanmış. Vatikan’daki St. Pierre meydanından daha büyük. İçinde üç ibadethane var. Meşe ağacı korumaya alınmış. Efsanenin hemen ardından 1919’da ağacın yanına Görünüşler Şapeli yapılmış. 1922’de kundaklanmış. Tadilat geçirmiş. Ziyaretçiler için burada sürekli ayin yapılıyor. Yanında büyük mum yakma alanı var. İnananlar mumlarını yakıp dilek dilemek için uzun kuyruklar oluşturuyor.

Ana bazilika 1953 yılında inşa edilmiş. Tespih çeken Meryem Ana, mimari olarak Vatikan’a benzetilmiş. İçinde çocukların mezarı var.

Ana bazilika yetersiz kalınca 2012 yılında Kutsal Üçlü bazilikası yapılmış. Burası çok modern ve sade, sanki konferans salonu gibi. Portekiz’deki en büyük bazilikaymış. Bu bazilikanın önünden Görünüşler Şapeline doğru uzanan kırmızı bir halı serili. Dileği olanlar burada dizleri üstünde sürünerek şapele gidiyordu. Gördüğüm kadarıyla hepsi dizlik kullanıyordu!

Fatima ’ya çok yakın olan Serras de Aire e Candeeiros Tabiat Parkındaki dinozor ayak izlerini de gördük. 175 milyon yıllık ayak izleri otçul Saurood cinsi dinozorlara aitmiş. Tanıdığımız uzun boyunlu devasa dinolar. Bazı izler silik olsa da bazıları gerçekten kocaman ve çok belirgindi.

Tomar

Şehrin var olmasının temel nedeni 12.yyda Tapınak Şövalyeleri tarafından kurulan Roman Katolik Kilisesi Convento de Cristo. Tapınak Şövalyelerinin merkezi. Bu kale kiliseyi görmek için Tomar’a gittik ancak kapalıydı. Girişini ve dışını görebildik. Arnavut kaldırımlı tarihi şehir merkezini şöyle bir gezip yolumuza devam ettik.

Obidos

Portekiz’in 7 harikasından biri olarak kabul edilen Obidos ’un kuruluşu M.Ö. 308, Keltlere kadar gidiyor. Pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmış. Afonso Henriques tarafından fethedilip kraliyet ikametgâhı olarak seçilmiş. II. Afonso, şehri Kraliçeye hediye ederek 500 yıl sürecek bir geleneği başlatmış. Böylece kraliçelerin çeyizinin bir parçası olmuş. Kraliçeler kasabada büyük izler bırakmış. Kale surlarının içinde Ortaçağ mimarisi mükemmel korunmuş. Neredeyse 1000 yıl değişmeden günümüze kadar gelmiş.

Merkezde yer alan Church of San Mary, ilk dönem Vizigot tapınağıymış, sonra 400 yıl camii olarak kullanılmış. Afonso Henriques ’in fethiyle kiliseye dönmüş. 1535 depreminde harabe olmuş.Tadilatı 1571’de tamamlanmış. Dışı çok sade. İçiyse azulejoları, muhteşem boyalı tavanı, Josefe de Obidos ’un tablolarıyla muhteşem.

Şehir kitapçılarıyla ünlü. UNESCO, 2015 yılında “Edebiyat şehri” olarak ilan etmiş. Söylentiye göre; yaklaşık 5000 kişilik nüfusa karşı, yarım milyondan fazla kitap varmış. İlk önce ikinci el kitap satan bir yere rastladık, sonra üç katlı Jose Saramago kütüphanesini gezdik. Ardından St. James (Santiago) Kilisesinin de kitapevine çevrildiğini görünce söylentinin doğru olduğunu anladık.

Surların tepesinde yürüyüp, Martin Chapeli, Belediye Müzesi, Pim Modern Sanatlar Müzesi, San Pedro Kilisesi, Roma su kanallarını gördükten sonra Obidos ’a veda ettik.

Evora

Şehrin geçmişi binlerce yıl öncesine dayanıyor. Almendres Cromlech arkeolojik alanı, devasa büyük megalit taşlarıyla bunun en büyük kanıtı. Oval şekilde dizilmiş taşlar M.Ö.6000’lere kadar tarihlendirilmiş. Bazı taşlarda özel işaretler, kabartmalar varmış. Burayı çok zor bulduk. Yolda işaretlemeler azdı. Büyük kısmı stablizeydi. Yakın zamana kadar içinde gezilebiliyormuş, artık korumaya alınmış. Karşıdan baktık. Gerçekten Stonehenge ’e benziyordu fakat çok daha büyüğüydü. Daha önce gelen bir çift, ortamın yüksek enerjisinde meditasyon yapıyordu!

Yakınlarda bulunan menhire de uğradık. 4 m. boyunda oval devasa bir kaya. Menhirlerin çoğunlukla mezar taşı olduğu ispatlanmış. Ancak bunun Cromlech ’e yakın olması nedeniyle dini sembol olabileceği düşünülüyormuş.

Şehir merkezinde bulunan Roma Tapınağı şehrin sembollerinden. 16. yy tarihli mermer Giraldo Çeşmesi çok güzeldi. 1510 yılında Manuelin ve Gotik mimariyle inşa edilen Sao Francisco Kilisesi içindeki mavi azulejolarıyla müthişti. Bizim gelme sebebimizse kilisenin yanında bulunan Kemikler Şapeliydi. 16. yyda şehirde mezarların çok yer kaplaması nedeniyle rahipler mezarları açmış. Yaşayanlara ölümü hatırlatsın diye kemiklerden şapeli inşa etmişler. Duvarlar ve tavanlar insan kemikleriyle süslenmiş. Çok ürkütücü bir yer olmuş. Ağır bir kemik kokusu ve iki kurumuş ceset vardı. Bunların karısı tarafından lanetlenen bir adam ve küçük oğlu olduğu rivayet ediliyor.

Algarve Bölgesi

Bölge ılıman iklimi, eşsiz doğası ve tarihiyle ülkenin en sıra dışı yeri.Sahilinde sayısız plaj, koy, körfez, falez, lagün yer alıyor. Her türlü sportif aktivite ve kuş gözlemi yapılabiliyor. Bölgenin başkenti Faro olmakla birlikte her kasabanın görkemli kalesi, zarif kiliseleri, ortaçağ konut ve meydanlarıyla açık hava müzesi görünümünde.

Faro ’daki Carmo Kilisesi 18. Yy. da inşa edilmiş. İç kısmı çok detaylı ince işçilikle oyulmuş. Ahşap üzeri altın yaldızlı. Kilisenin içi adeta alev alev yanıyor. Burada da “Kemikler Şapeli” var. Bunlar kilisenin mezarlığından çıkartılan 1000 den fazla Karmelit keşişe ait.

Benagil Kasabasının sahilinde bulunan 23 milyon yaşındaki Benagil Mağarası, dünyanın en iyi 10 mağarası arasındaymış. Sadece denizden ulaşım olan mağaraya tekne turuyla gittik. Maalesef karaya çıkmak yasaklandığı için teknenin içinden gözlemleyebildik. Okyanusun oyduğu mağaranın 2 kapısı ve tavanda kocaman yuvarlak bir penceresi bulunuyor. Pembe kumsalı ve turkuaz suyuyla masalsı bir atmosferi vardı.

Ülkeyi yukardan aşağı gezdik. Fragman şeklinde anlatabildim. Detaylı anlatımımı youtube kanalımdan izleyebilirsiniz.

Hayallerinize dokunmanız dileğiyle…

Loading

Paylaş :

Comment here