Şimdiye kadar gördüğümüz iki şehirle ülkenin büyülü imajının doğruluğunu teyit etmek mümkün olmadı. Bakalım bu sefer yakalayabilecek miyiz?
Assilah
Rabat’tan sonra uğradığımız Assilah okyanus kıyısında minik bir Portekiz kale ve sanat şehri. Mavi, beyaz boyalı şehir de her yıl “Duvar Resimleri Festivali” düzenlendiğinden duvarlarda birbirinden güzel resimler var. Şehir 19. ve 20.yy.larda korsanların üssü olmuş. 1829 da Avusturya şehri cezalandırmak için bombalamış! Bu korsanlardan biri olan Raisuli 18 Mayıs 1904’de ABD vatandaşı Ion Perdicaris ve üvey oğlunu kaçırarak fidye istemiş. Dönemin ABD Başkanı Roosvelt, Fas’a deniz filosu ve ultimatom göndermiş.Velhasıl-ı kelam ortalık birbirine girmiş. 24 Haziran 1904’de Raisuli’nin talepleri karşılanmış.Rehineler serbest bırakılmış. Olay 1975 yılında Sean Connery ve Candice Bergen’in başrollünü oynadıkları “Rüzgar ve Aslan” veya “Rüzgarın Sesi” isimli filmle beyaz perdeye uyarlanmış. Raisuli’nin Sarayı ziyarete edilebiliyor.Şansımızagittiğimizde kapalıydı.
Spartel Burnu
Fas’ın en büyük zenginliklerinden biri de bu burun! Tabelayla gösterilmiş.Bir tarafı Atlas Okyanusu, diğer tarafı Akdeniz. İşte tam burada 2 su kütlesi birbirine karışmadan yan yana duruyor!
Burnun hemen altında Herkül Mağarası, biraz ilerisinde ise deniz feneri var. Raisuli’nin kaçırdığı Perdicaris’in evi ve ağaçlandırdığı 70 hektarlık alan “Perdicaris Parkı” olarak adlandırılmış. Burası da Tanca yolu üzerinde.
Tanca
Bir tarafında okyanus, bir tarafında Akdeniz bulunan Tanca, değerli konumu nedeniyle paylaşılamamış. Pek çok uygarlığa ev sahipliği yapmış. Cebeli Tarık’ın karşısında yer alması nedeniyle de Avrupa’nın Afrika’ya açılan bir penceresi olmuş. Zaten şehir modern bir Avrupa şehri edasında. Pek büyülü Fas havası yok.
Bence şehrin en önemli simgesi,döneminin önde gelen seyyahı İbni Batuta’nın mezarı. İbni Batuta 1304 yılında Tanca’da doğmuş. 21 yaşında Hacca gitmek için ayrılıp 29 yıl sonra dönmüş. Marco Polo’dan bile fazla gezmiş. 14.yy.da yazdığı seyahatnamesini 19.yy.daFransızların, Cezayir’i işgali sırasında bulunmuş. Tanca gezimize, gezginlerin piri İbni Batuta’nın türbesini ziyaret ederek başladık. Dar ara sokakların arasında kalan türbe maalesef kapalıydı. Dışarıdan da olsa görüp, kapısına yüz sürdük.
Şehrin pek çok yeri restorasyondaydı. Hemen hemen her yer kapalıydı. York Kalesini, Grand Socco, Petit Socco, Ulu Camii, St. Andrew Kilisesi, Cinema Rif ve Old Medina’yı ziyaret edebildik.
Tetuan
Fas’ın Akdenizdeki en önemli liman şehirlerinden biri. Granada savaşındaki yenilgiden sonra İspanya tarafından sınır dışı edilen binlerce Yahudi ve Müslüman bölgeye göç etmiş. Şehir “Granada’nın kızı” adıyla anılmaya başlamış. Seferad Yahudileriyse “Küçük Kudüs” demiş. 1913/1956 yılları arasında İspanya hâkimiyetinde kalmış ve İspanyollara başkentlik yapmış.
Şehir de gezerken buradaki Hispano-Magribi etkisini gördük. Ne de olsa Endülüs’deydik. At nalı kemerler, ahşap, sıva, zellij denilen çinilerle yapılan geometrik desenler, riadlar (avlulu bahçeler) ilk aklıma gelenler oldu.Büyülü Fas yine yalan oldu.
Beyaz şehri gezmeye Tetuan Kasbah’ından başladık ama çok bakımsız kalmış. Tadilattaydı. Old Medina, Fettan Park, Saray’ı şöyle bir dışından görüp minik Arkeoloji müzesine geçtik. Galiba İspanyollar önemli eserleri taşımışlar. Yoksa bu kadar çok uygarlık yaşamış yerde çok daha fazla eser sergilenmesi gerekiyordu.
Martil
Bir günümüzü de Tetuan’a 15 km uzaklıktaki Martil’e ayırmıştık. Niyetimiz denize girmekti. Fakat Tanca ve Tetuan’ı yağmur altında gezmiştik. Burada da yağmur devam etti. Aylardan Nisan olmasına rağmen hava soğuk, rüzgârlı ve kapalıydı.
Kasaba deniz tatili için tercih ediliyor. Çok büyük, güzel bir sahili var.
Akşam yürüyüşümüzde,müzik sesi duyunca oraya yöneldik. Kapıda kadınlar vardı. İngilizce bilmedikleri için anlaşamadık. Aralarındaki bir delikanlı bize yardım etmek istedi. “İspanyolca ve Fransızca bilmiyoruz” deyince resmen hareketleriyle ayıpladı!
Sanıyorum kına tarzı bir şeydi. Kız ve erkek tarafının yakın akrabaları alt salondaydı. Üst balkonda da diğer tanıdıklar vardı. Bizi üst kata gönderdiler. Büyük bir orkestra neşeli parçalar çalıp söylüyordu ama kimse oynamıyordu. Önce gelin geldi. Onu bir yere oturttular. Sonra 2 koluna girmiş kadınlarla (sanki kız kardeşleri gibiydi)damat, arkasında kalabalık bir kadın grubuyla içeri geldi. Damadı gelinin yanına oturttular. Sadece müzik devam etti. Hepsinin kös kös oturması bana ilginç geldi!
Şafşavan (Chefchaouen) (Mavi İnci)
Martil, Şafşavan arasındaki yol çok güzeldi. Rif dağlarına bahar gelmiş, her yer yemyeşil ve rengarenk çiçeklerle doluydu. Molla Bouchta barajı, ormanın içinde masmavi parlıyordu. Bu güzellikleri seyrederek Rif dağlarında derin bir vadiye kurulmuş Şafşavan’a ulaştık. Adının anlamı “çift boynuz”demekmiş. Çünkü şehre uzaktan bakıldığında keçinin boynuzlarına benzetilmiş. Şimdilerde çok keçiboynuzu gibi olmasa da vadinin yapısından dolayı iki parça halinde.Dağlarda marijuna yetiştiriliyormuş. Kenevir ihracatı buradan yapılıyormuş. Tabii el altından satış da çok oluyormuş. Biz rastlamasak da şehir Fas’ın Amsterdam’ı.
Uzun bir geçmişi yok. Endülüs’den sürülen Arap ve Yahudilerin bir kısmı buraya yerleşmiş. Konumundan dolayı da dış dünyaya kapalı yaşamışlar. Şehir inanılmaz güzel! Evler, bahçe duvarları kısaca her yer fosforlu mavi bir boya ile boyanmış. Bazı yerler de beyaz ve farklı renkler olsa da çok az. Daracık sokaklarda yürürken yerde misiniz, gökte misiniz anlayamıyorsunuz.
Şehrin neden bu kadar mavi olduğuyla ilgili bir çok söylenti var. Önceleri Müslümanlar evlerini yeşile, Yahudiler Tanrı’nın gücü ve yansıması olarak düşündüklerinden maviyeboyuyorlarmış. Halk maviyi çok beğenince hepsi aynı renge boyamış. Diğer rivayet mavi rengi akrep ve yılanın ateş gibi gördüğü için evlere gelmedikleri imiş. Sebebi ne olursa olsun şehre çok yakışmış.
Uta el Hamman Meydanı eski şehrin tam ortası, restoran ve kafelerle çevrili. Gittiğimizde Türk turistlerle doluydu. Birden Türkler kayboldu Çinliler doluştu. Kısaca gün batana kadar turist kafilelerinin biri geldi, diğeri gitti. Meydan hiç boşalmadı. Çarşıda el ürünleri dokumalar, resimler çok satılıyor.
Akşam gün batımı için Jemma Bouzafar(İspanyol) Camisine tırmandık. Yolumuzun üzerindeki küçük Ras el-Ma şelalesine de uğradık. Gün batımı güzel olmasa da şehir ışıkları yanınca hoş görüntüler oluştu.
Gece Sofia’da yemek yedik. Çorbası, köftesi, tajin’i çok lezzetli ve bol kepçeydi. Küçük bir aile restoranı. En son bizi aldılar. Saat 20:00’de zaten yemekleri bitmişti. Kaldığımız Riyad kahvaltıyı Restorant Zarbia’da verdi. Çok lezzetli ve doyurucuydu.
Buradan ayrılmak çok zor oldu. Büyülü deyimini fazlasıyla hak ediyor.
Molla İdris Zerhoun
Meknes’e 25 km. mesafe de bulunan yerleşimde İdrisi Hanedanının kurucusu Molla I. İdris’in mezarı bulunuyor. Peygamber Efendimizin soyundan gelen Molla İdris 8.yy.da Şii isyanını desteklediği için Abbasiler tarafından ölümle tehdit edilmiş. O da kaçarak buraya yerleşmiş. Bölgedeki Berberi kabilelere İslamiyeti öğreterek güçlü bir siyaset adamı olmuş. Oğlu II.İdris doğmadan büyük ihtimal Harun Reşid’in emriyle zehirlenerek öldürülmüş. Buraya gömülmüş. 1921’e kadar bu kasabaya sadece Müslümanlar girebilmiş. 2005 yılına kadarda yabancılar gece kalamamış. Çünkü yerel halka göre belirli bir zaman diliminde buraya yapılan 6 ziyaret hacı olmaları için yeterli oluyormuş. Yani Mekke’ye yapılan hac yoluna denkmiş!
Böyle olunca bizde görelim dedik.
Önce şoförümüze söyledik, güya bilemedi.Bizi şehirde farklı bir yere götürdü. Soruyoruz anlaşamıyoruz. Neyse bir şekilde yolumuzu bulduk tam içeri gireceğiz, bir adam “burası değil ben sizi götüreyim” dedi. Kapıdaki görevliler hiçbir şey söylemedi düştük adamın peşine daracık, izbe yerlerden geçirip “burası” dedi bahşişi beğenmedi, neyse girdik. Bina zellijler, oymalarla süslü.İçeride altın sırma yazılarla kaplı Mollaİdris’in mezarı vardı.Bu süslemelere o kadar alıştık ki sıradan geldi. Dışarı çıkarken baktık ki adam bizi ön kapıdan alıp arka kapıdan sokmuş. Ön taraftaki görevliler tekrar bahşiş isteyince “Siz bizi gördünüz niye o adamı engellemediniz” diye kıyameti koparttık. Ama kim kime dum duma. Kendi kendimize sinir olduğumuzla kaldık. Eskiden girenlerin Müslümanlığını sorguluyorlarmış. Şimdi bahşişi sorguluyorlar!Din ticaretinin yapıldığı acayip bir yer olmuş.
Yazımızın sonuna geldik. Gelecek sayımızda Meknes’de buluşmak üzere,
Hayallerinize dokunmanız dileğiyle….
- Büyülü Fas 2Assilah ’dan Molla İdris Zerhoun ’a - Nisan 18, 2025
- Büyülü Fas 1Casablanca’dan Rabat’a - Mart 13, 2025
- Gili Adaları/Endonezya - Ocak 16, 2025
Comment here