Tarım

Yasaklı üretimden seferberliğe…

Yasaklı üretimden seferberliğe ata tohumları

 

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli geçtiğimiz günlerde “Atadan Toruna Tohum Seferberliği ”ni ilan etti.  Atalık tohumlara dönüşü ifade eden proje umut vericiydi ancak 2006’dan bu yana “Tohumculuk Yasası” ortadayken “Ata tohumuna sahip olmayan çiftçi ne yapacak?” sorusunu da akıllara getirdi. Çok değil 2 yıl önce Bakan Pakdemirli yaşanan sıkıntıyı “İthal tohum aldığınız zaman yanında hastalığı da bir şekilde size satıyorlar.” sözleri ile dile getirmişti. Bu cümle Tohumculuk Yasası’nın Türkiye’ye ne denli zarar verdiğinin itirafı niteliğindeydi. 20 bin yıllık buğday geçmişi ile tohum ambarı bir ülke, nasıl oldu da yerel üreticiyi sertifikalı, hastalıklı tohumlara 14 yıl boyunca mecbur etti?

Hayata geçirilen “Tohum Seferberliği” 15 bin tohum üreticisinin eğitilmesi, özel laboratuvarlarda tohumların hastalık yapan etkenlerden ayrıştırılması ve atalık tohumu iyileştirmeye yönelik ıslah çalışmalarını kapsıyor. Tüm bunlar tarımsal gelişime ulusal katkı sağlayacak nitelikte. Tabi olması gerektiği gibi uygulanabilirse. Türkiye’de tarımsal geçmişe bakıldığında Cumhuriyet’in ilk tarım seferberliği Mustafa Kemal Atatürk’ün, Atatürk Orman Çiftliği’ni kurmasıyla başladı. Çiftlik diğer tüm örnekleri ile birlikte Türk tarımına model olacak ve öncülük edecekti öyle de oldu. 1940’ta öğretmen yetiştirmek üzere açılan Köy Enstitüleri’nde örgün eğitimle birlikte modern tarım tekniklerini de uygulamalı öğrenen gençler, yaşadıkları köye döndüklerinde yeni nesilleri yepyeni bir vizyonla yetiştiriyordu. Köy Enstitüleri tarım ve hayvancılıkta üretken bir toplum olmanın yolunun eğitimden geçtiğini gösteren yaşayan bir örnek olmuştu ta ki siyasi manevralarla kapatılana kadar. Bir dönem bozkırı yeşerten bu kurumların ve tarım politikalarının tahrip edilmesi, köy enstitülerinin kapatılması, yanlı uygulamalar, miras hukuku gereği tarım arazilerinin bölünmesi ve köyden kente göç A’dan Z’ye Türkiye’yi tarım ürünlerinde dışa bağımlı konuma getirdi. Üretici yasaklar, cezalar ve kısıtlamalar ile toprağını bırakmak zorunda kaldı. Tahılda iç üretim yetmeyince Kanada’dan Meksika’ya,  ABD’den Özbekistan ve Afrika’ya kadar birçok ülkeden nohut, mercimek ve kuru fasulye ithal eder duruma geldik. Tohumunu sattığımız yeşil mercimeği şimdi Kanada’dan satın alıyor olmamız bu anlamda acı örneklerden sadece biri. Nasıl bu hale geldiğimizi anlamak için 14 yıl öncesine bakmakta yarar var. Yıl 2006 “Tohumculuk Yasası” adıyla gündeme oturan yeni uygulama “standartta uymuyor” gerekçesi ile üreticinin ata tohumunu piyasaya sürmesini yasakladı. Tabiri caiz ise “Tohumculuk Yasası” Türk tarımının “Fatiha’sı” oldu. Doğal tohum kısır olmadığından, tozlaşma ve arılar nedeniyle değişir, aynı kalması beklenemez ancak sertifika alacak tohumun “değişmeksizin çoğaltılmaya uygunluk” ilkesi, yerel tohumu satan üreticiye darbe vurdu. Yasa gereği hibrit olmayan ata tohumlar yasaklı hale geldi ve üreticinin elinde yok olup gitti. Yasa dışı olarak elindeki tohumu satan para cezası alacak, tohum imhası kapsamında imha masraflarını ödemeyen çiftçi ise hapis cezasına çarptırılabilecekti. Bu şartlarda 5553 sayılı Tohumculuk kanunu, tahıl ambarı Anadolu’yu, yabancı tohum firmalarının açık pazarı haline getirirken, üreticiyi hibrit tohumları satın almaya mecbur etti. Kısacası tohum firmaları kazancını katladı çiftçi ise kendi toprağında tarım işçisine dönüştü.  İsrail, Amerika gibi ülkelerin GDO ’lu tohumlarına muhtaç hale geldik. Çiftçiye bir darbe de 2018 yılında “destek maşasıyla” geldi. Tarım ve Orman Bakanlığı aldığı kararla sertifikalı hibrit tohum kullanmayan üreticiye destek verilmeyeceğini açıkladı. Böylelikle yerel ve geleneksel tohumlarımızı kendi ellerimiz ile ticari hedefler için yok etmiş olduk.  Bakan Pakdemirli’nin açıklamasına göre bugün Türkiye’nin kullandığı tohumun %96’sı yerli tohum ve ülkemizde hizmet veren 900’ün üzerinde tohum firmasından sadece %40’ı yabancı. İthalattan ihracata geçilen tohumlarda ise çeltik, anason, kekik, fesleğen, ada çayı, tütün ve kenevir gibi tıbbi ve aromatik bitkiler başı çekiyor. Halkın karnını doyurduğu, sofrasına getirdiği tahıllar neden bu liste de yok? Çünkü elde yerel doğal ata tohumu kalmadı domates, salatalık, biberden, nohut, buğday, yulafa kadar ne varsa kaybettik. Ekilen buğdaylardan un olmuyor, unluk buğdaydan ise katkı maddesi eklenmeden ekmek üretilemiyor. Tohumların sertifikalı ve kayıtlı olma zorunluluğu yerel tohumu yasaklı hale getiriyor.  Bu realiteye göre “Atadan Toruna Tohum Seferberliği” önemli ancak “Tohumculuk Yasası” hala yürürlükteyken atalık tohuma nasıl dönülecek? Sorunları tespit edip harekete geçen yetkililer Tohumculuk Yasası ile ilgili de gereğini de yapmalı. Tarım ve hayvancılık alanında da samimi bir özüre ihtiyacı olan Türkiye acilen Tohumculuk Yasası’nı değiştirmeli. Tohum seferberliği samimiyetini ancak Tohumculuk Yasası’nın değişimi ile ispat etmiş olur. Yoksa çiftçinin bir yandan başı okşanırken bir yandan da ensesine tokat inmiş olacak.

Loading

Sadık Çelik
Paylaş :

Comment here