Kategori Dışı

Faili meçhul ekonomik kriz

 

Tüm dünya bir ekonomik kriz kıskacında. Diğer ülkeler bu krizden ne kadar etkilendi bilemem ama Türkiye’nin en çok etkilenenler arsında ilk sıralarda olduğunu düşünüyorum. Kimi ekonomistler bu krizin 1929 yılında yaşanan küresel ekonomik krizle benzerliklerinden bahis ediyorlar. Ancak bu defa Kovit-19 gibi bir salgınla mücadele sırasında yaşanmakta olan bu krizin çok daha fazla etkili hatta yıkıcı sonuçlarının olması kaçınılmaz görünmektedir. Zira,pandemi önlemleri nedeniyle tüm yedek akçelerimizi kullanıp, hatta borçlanmak pahasına ayakta kalma mücadelesi verdiğimiz bir dönemde ekonomik krizin zirve yapması bizim hayatımızı kabusa çevirmiştir.

Siyasi kesim başta olmak üzere hemen her kesimden ekonomik darboğazın etkileriyle ilgili çeşitli yorumlar yapılmakta, krizin doğru yönetilmesi için ekonomist olsun olmasın herkes öneriler ileri sürmektedir. Bilimsel literatürde açıklamalar mevcut iken “yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar” tekerlemesi gibi, “faiz sebep, enflasyon sonuç mudur” yoksa tam tersi “enflasyon sebep, faiz sonuç mudur” tartışmalarıyla zaman kaybedilmektedir. Eski bir deyişle faili meçhul bir ekonomik kriz yaşanmaktadır. Dış mihraklar, içimizdeki fırsatçılar, çeşitli yatırımlardan yaptıkları anlaşmalar gereğine kadar kullanıldığına bakılmaksızın tam kapasite üzerinden yararlanılmış gibi astronomik rakamlarla devlet bütçesinden yapmadıkları hizmetin bedelini tahsil eden müteahhit firmalar, ülkemizi yeniden kapitülasyonlar dönemine sürüklemeye çalışmaktadırlar.Enerji, ilaç gibi hayati konularda dışa bağımlı oluşumuz, yıllık faizini bile ödemekte zorlandığımız dış borçlar çözüm bekleyen öncelikli sorunlardır.

Üretici ve tüketici ekonomik istikrara kavuşmak, geleceğe güven duymak gibi beklentilerini artık bir kenara bırakmıştır. Herkesimin kendisini kimseden yardım alınamayacak bir ortamda, yalnızlığa terkedilmiş bir şekilde bu faili meçhul kriz saldırısıyla mücadele etme zorunda olduğunu düşünüyorum. Böyle bir durumda, ekonomik krizin etkileri dikkate alınmadan hiçbir adımın atılmayacağı muhakkaktır. Hatta, sürekli artmakta olan üretim maliyetlerinin yaratacağı nakit ihtiyacının borçlanma yoluyla finansmanı artık çözüm olmaktan çıkmıştır. Bence borçlanma yerine mevcut olanaklarla yetinmek, imkanların elverdiği ölçüde üretime devam etmek, başka bir ifadeyle küçülme yoluna giderek öz savunma yapmayı tercih etmek gerekmektedir. Tabii bu tür bir öz savunma henüz ödeme gücünü yitirmemiş, işini kaybetmemiş, iş yerini kapatmamış olan üretici ve tüketiciler için mümkündür. İşini ve işyerini kaybetmiş olanlara devlet yardım etmek zorudadır. Ama, TÜİK örneğinde olduğu gibi işsizleri görmezden gelmek, enflasyonu küçük göstermek ve bu tür ayak oyunlarıyla sorumluluklarından kaçma çabası içinde bir politika tercih ediliyor ise ekonomik kriz vurgunlarını önce konu komşunun şefkatine sonra da Allahın yardımına emanet etmek gerekecektir.

Değerli okurlarım, döviz kur artışlarının çılgın bir hızla devam ettiği, Türk Lirasının bir uçurumdan düşercesine değer kaybetmeye devam ettiği günlerde böyle bir yazıyı kaleme almanın zorluğunu taktir edersiniz. Bu gidişi durdurmak için şimdilerde devletin etkili hiçbir girişimi olmadığı gibi tam tersine Türk Lirasının değer kaybetmesi sonucunu doğuran söylemler acımasızca devam ediyor. Bu durumun bende yarattığı ruh haliyle herkese derhal tasarruf etme kararı alın, israfı önleyin, bu kararınızı en katı şekilde uyun ve uygulayın önerisinde bulunmak istiyorum.Tasarrufun yaşamımızın her anında ve her konuda yapılabileceğini hatırlayalım. Bu yolla küçümsenemeyecek birikimlere sahip olmak mümkündür.

Dünyayı sarmış durumda olan israf hastalığı“İsraf ekonomisi” adıyla sözlüklere girmiştir.İsraf ile ekonomi sözcükleri aslında birbirlerine zıt anlamlar taşımaları nedeniyle yan yana kullanılmaları garip görülebilir. İhtiyaç olmadığı halde reklamların da oyununa gelerek edinilen her çeşit giyecek, gıda, eşya ve mal israf ekonomisi kapsamına girer. Bana göre israf ekonomisi açgözlülük, doyumsuzluk, savurganlık ve müsriflik üzerine kurulmuş bir sömürü sistemidir. Kendi imkan ve kaynaklarını yok ederek yaşamdan zevk almak gibi sapık bir yaşam tarzının benimsetilmeye çalışıldığına inanıyorum. Zenginler gibi giyinip onlar gibi yaşamak özentisi toplumu geri kalmışlığa itmektedir. Hele kriz zamanlarında bu tutumun tamamen terk edilmesi şarttır. Kirizin olumsuz etkilerini, kaynakları iyi kullanmak, savurganlıktan tutumluluğa terfi etmek, yardım ve dayanışma içinde olmak gibi onurlu bir yol izleyerek krizi fırsata çevirmek mümkün olacaktır.

Tarım ve Orman Bakanlığı yetkilileri tarafından yakın zamanda yapılan açıklamalar,Ülkemizin gıda ile ilgili savurganlığını, müsrif tutumunun sonuçlarını bize bir kez daha hatırlatmaktadır.

-Günde 4,9 milyon(bazı kaynaklara göre günde 12 milyon) adet ekmek çöpe gidiyor.

-Sebze ve meyvenin %50’si kaybediliyor,

-Hizmet sektöründe işletme başına yılda 4,2 ton gıda, 2 bin litre içecek israf oluyor.

-Her yıl 19 milyon ton gıda çöpe atılıyor.

-Ülkemizde gıda sektörünün yıllık cirosu 500 milyar lira tahmin ediliyor. %2 gıdanın çöpe gitmesine mani olabilsek yılda 10 milyar lira tasarruf sağlanabilir.

Sadece gıda konusunda değil, yaşamımızın her anında ve herkes tarafından tasarruf ön planda tutulmak zorundadır.Enerji kullanımı, binek otoları, giysi ve takılar, ilaç ve kozmetikler gibi, atıkları ve eskileri yeniden kazanmak gibi saymakla tükenmeyecek alanlarda tutumlu davranmak için hemen herkesin yapabileceği çok şeyler olduğu muhakkaktır. Bunu ferdi olarak benimsemek sizi rahatlatabilir. Oysa tasarruf tedbirlerine uymayı toplumun büyük kısmına yaygınlaştırabilir isek o zaman ülkesel düzeyde bir güç yaratabiliriz.Halkı tasarrufa teşvik edecek kampanyalar tutumluluğun yaygınlaşmasında etkili olabilir. Ama köşklerde yaşayıp, lüks arabalarda gezen, ellerinde en pahalı telefonlar ve kollarında binlerce liralık saatler taşıyan, pahalı giysilerle dolaşıp itibardan tasarruf olmaz diyen, halk tabiri ile tuzu kuru ve halktan kopmuş yöneticiler, hiçbir zaman bu kampanyaların liderleri olamazlar, olmamalıdırlar.

Genç nesil israf ekonomisi etkisinde büyüyüp ebeveynleri sayesinde yokluktan ve geçim gailesinden habersiz yaşamaya alıştıkları için başlangıçta tasarruf tedbirlerine karşı bir tavır içinde olabileceklerinden endişeliyim. Ama kısa süre içerisinde ikna olarak tutumlu bir yaşam biçimine uyum sağlayacaklarını da ümit ediyorum.

Devlet yetkililerinin, politikacıların,dış ve iç borçların faiz ve taksitlerinin ödenmesi, dışa bağımlı olduğumuz akaryakıt, doğal gaz, ilaç, çeşitli hammaddelerin temini, Türk Lirasının değer kaybı gibi hayati konularda yaşanan krizden çıkmak için ne yapacaklarını, başarılı olup olmayacaklarını bilemiyorum. Benim bu aşamada söyleyebileceğim tek şey var. O da, iktisadi kriz döneminde yapılacak ilk iş tasarruf konusunda kararlılıkla güç birliği yapmaktır.

 

Loading

Yüce Canoler
Paylaş :

Comment here