Gezi

Ürdün Gezi Notları 3 Lut Gölü, Madeba

Deniz seviyesinin 430 m. altına inmeye ne dersiniz? Yanıtınız “Evet” ise bu yazı tam sizlik.

Ürdün’ün en gizemli yerlerinden olan Ölü Deniz ya da Lut Gölü’ndeki maceramız Petra’dan başladı. Araba Vadisi üzerinden Lut Gölü’nün güney kıyılarına ulaştık. Yol güzergahımızda bulunan  Vadi Araba, ilginç taşlık yapısı, çölü ve kıvrıla kıvrıla uzanan virajlarıyla takdiri hak ediyor.

Lut Gölü

Lut Gölü hakkında kısacık bir hatırlatma yapayım. Üç semavi dinin kitapları Tevrat, İncil ve Kuran’da Lut Gölü’nden bahsediliyormuş. Hz. Lut’un, Sodom ve Gomorra şehirlerine gönderildiği fakat halkın sapkınlıklarından vazgeçmemesi üzerine iki şehrin Allah tarafından yok edildiği anlatılıyormuş. Yani şehirler yer altına gömülüp, üzeri sularla kaplanmış ve Lut Gölü oluşmuş. O yüzden göl deniz seviyesinin çok altındaymış.

Normal olarak tüplü dalışlarda en fazla 30-35 m. derinliğe kadar dalınabiliyor. Daha derinlere sanayi dalgıçları dalabiliyor. Fakat Lut Gölü’nün bulunduğu Vadiye yani deniz seviyesinin 430 m. altına ancak denizaltılar inebiliyor. İşte böyle muazzam bir derinliğe arabayla ne zaman indiğimizi anlamadık. Fark ettiğimiz tek şey hava sıcaklığının artması oldu. Laf aramızda çölün ortasında olunca sıcaklığın biraz daha artması bizi pek etkilemedi. Göle yaklaştığımızda “Dünyanın en alçak yerindeki Müze” karşımıza çıktı. Göz göre göre de es geçemedik. Zaten Jordann Pass yani Ürdün Müze kartlarımız da olunca kartlarımızı gösterip içerisini ziyaret ettik. Serin, küçücük bir müzede göl ve çevresinden çıkarılan eserler sergileniyor.

Müzeden sonra bu ilginç gölün manzarası da başlamış oldu. Yeşil, berrak ve güneşte pırıl pırıl parlayan suyuyla sahilde katmanlar halinde birikmiş beyaz tuz kristalleri aklımızı başımızdan aldı.

Kıyıdaki plajların büyük kısmı lüks otellere ait. Elinizi kolunuzu sallayarak göle giremiyorsunuz. Biz de Vadi Mujib yakınlarındaki ücretsiz halk plajında göle girdik. Suyun tuz oranı %30 olduğu için, girer girmez hop diye kaldırıyor. Ne yüzebiliyorsunuz, ne de batabiliyorsunuz. Zaten gözler için zararlı. Göze kaçması halinde kör edebiliyor. Giderseniz yanınızda tatlı su bulundurun. Çıkınca elinizi yüzünüzü mutlaka yıkayın.

Göldeki gün batımı Ürdün tarafından, gün doğumuysa İsrail tarafından seyrediliyor. İki kere gün batımı izledik. Bence abartıldığı gibi müthiş değil ya da denk gelmedik. Bizce normal bir gün batımıydı.

Vadi Mujib

Lut Gölü’ne dökülen Arnon  Nehri’nin kayaları oyarak oluşturduğu Mujib Vadisi Ürdün’ün bir başka güzelliği. Sıcak günlerde, ılık, tatlı su içinde yürüyüş, bazı yerlerde yüzme ve hatta body rafting yapma şansınız oluyor. Rehbersiz kanyona giriş var. Ancak önceden birkaç kere kanyon geçişi deneyimlerseniz iyi olur. Tehlikeli değil fakat tedbiri elden bırakmamak gerekiyor.

Nebo Dağı

Başkent Amman’a doğru giderken birkaç önemli yere daha uğrayacağız. Bunlardan ilki Tevrat ve İncil’de adı geçen Nebo Dağı. Hz.Musa’nın vadedilen toprakları gördüğü ve öldüğü yer olarak kabul ediliyormuş. Ayrıca Hz. İsa’nın da ilk hac yolundaki duraklarındanmış. Yakın zamana kadar bu önemli dağa tırmanılarak ulaşılıyormuş. Artık dağdaki kutsal alanın girişine kadar yol var. Araçlarla gidilebiliyor. Rivayete göre Hz. Musa’nın mezarının üzerine yapılan kilise tepede. İçinde eski kilisenin muhteşem mozaikleri de görülüyor. Gittiğimizde Latin Amerika’dan gelen kalabalık bir hacı grubu İspanyolca ilahiler eşliğinde dua ediyordu. Tepede kilisenin dışında heykeller de var. En ilginç olanı “Yüzsüz Yılan” heykeli. Papa II. John Paul’ün 2000 yılında 20.000 kişinin katılımıyla gerçekleşen ayininin anısına yapılmış. Yüzsüz Yılan’ın hikayesiyse şöyle; Hz. Musa kavmini Hz. Harun’a emanet edip gitmiş. 40 yıl sonra döndüğünde kavminin, altın bir buzağıya taptığını görmüş. Onları tekrar dine davet edip, ikna etmek için uğraşmış. Ancak başaramamış. Bunun üzerine kavmi için Tanrı’dan af dilerken, elindeki asayı fırlatmış. Asa toprağa saplanmış ve üzerine yılanlar dolanmış. Bu heykelin de rivayetteki asanın saplandığı yere dikildiği kabul ediliyor.

Bu arada tepenin manzarası muhteşem. Lut Gölü, Filistin, İsrail, Kudüs her yer görülüyor.

Medeba (Madaba)

Nebo Dağı’nın eteklerinde ve Tarihi Kral Yolu üzerinde bulunan Medeba “sessiz su ya da kaynak”  anlamına geliyor. Ürdün’ün 5. büyük şehri. Bizans İmparatorluğu döneminden kalan mozaikleriyle ünlü. 19 yy.da eski bir kilise üzerine inşa edilen St. George Kilisesi, en önemli mozaik eseri barındırıyor. Kilisenin tabanında bulunan mozaik M.S. 6 yy.da Lübnan’dan Mısır’a kadar olan bölgeyi gösteren antik bir harita. Maalesef büyük kısmı yok olmuş. Daha fazla tahribata uğramaması için üzeri halıyla kaplanmış. Belli saatlerde ziyarete açılıyormuş.

Gittiğimizde kilise kapalı olunca geceyi şehirde geçirdik. Sabah antik haritayı ziyaret ettik. Mini minnacık taşlarla yapılıp, ince detaylarla tanımlanan haritaya hayran kaldık. Kim bilir orjinali ne kadar muhteşemdi?

St. George Kilisesinin dışında Arkeoloji Müzesi, Arkeolojik Park, St. John the Baptist Kilisesi farklı mozaikleri ve antik şehirden kalan eserleri görebileceğiniz yerlerden. Buralarda da dikkatimi çeken, Bizans dönemi mozaiklerinde şehirleri güzel kadın figürleriyle tanımladıkları oldu. Medeba’yı mavi gözlü, sarışın bir Kraliçe olarak tanımlamışlar. Bu figür yaygın olarak kullanılıyor.

Şehirde mozaik işciliği devam ediyor. Çok güzel mozaik tablo, sehpa gibi ürünler yapılıp, satılıyor. Ziyaretçi Merkezinde bulunan 6 m. yüksekliğinde 30 m. uzunluğundaki mozaik pano yaklaşık 2 milyon taştan oluşuyor. Ürdün’ün tarihi ve önemli yerlerini gösteriyor. Bu panonun Guinness Rekorlar Kitabı’na girmesi bekleniyor.

Medeba Şehri’nden İncil’de de birkaç kez bahsediliyor deyip, Hristiyanlar için kutsal olan hac yollarına düşüyoruz.

“Ürdün Ötesinde Bethany” Vaftiz Siti (El-Mağtas)

Medeba’ya 40 km. uzaklıkta bulunan vaftiz alanı, Hz. İsa’nın Hz. Yahya tarafından Jordan Nehri’nde suya batırılarak vaftiz edildiği yer. Aslında vaftiz kelime anlamı olarak suya batırma. Fakat mana olarak günahlardan arınma ve cennetin kapılarının açıldığı Hristiyanlığın ilk başlangıç yeri olarak kabul ediliyor.

1967 yılında İsrail ile Arap ülkeleri arasında yaşanan 6 Gün Savaşı sonrası bölgeye mayın döşenmiş. Ancak 1994 yılında yapılan barış anlaşmasıyla bölge mayınlardan temizlenip ziyarete açılabilmiş. 2015 yılında “Ürdün Ötesinde Bethany” Vaftiz Siti adıyla Unesco Dünya Kültür Mirası listesine alınmış. Bölge hac ve sit alanı olarak belirlenmiş.

Hristiyan alemi için çok kutsal olan Jordan yani Ürdün nehri artık ortadan ikiye ayrılmış. Bir tarafı Ürdün’e, diğer tarafı İsrail’e ait. Turizme açılmış. Hacılar rahatlıkla ayin yapabiliyormuş. Epifani Bayramı’nda (6 Ocak), Hz. İsa’nın vaftiz edilmesini kutlamak için binlerce kişi buraya geliyormuş.

Gittiğimizde maalesef böyle bir törene rastlamadık. Büyük ihtimal turistleri törenden sonra ziyarete alıyorlar. Manastır kalıntıları, kiliseler ve haç şeklinde vaftiz havuzları gördük. Bizi gezdiren görevli havuzun Hz. İsa’nın ilk vaftiz olduğu yer olduğunu fakat nehir yatağı zaman içinde bozulup yer değiştirdiği için şimdi iç kısımda kaldığını söyledi.

Bölgede bir de İlyas Tepesi var. Hikayesi şöyle: Hz. İlyas, Hz. Musa’dan sonra yine İsrailoğullarına gelen bir peygambermiş. Onlara  Tevrat’ı okuyup, yıllarca doğru yola sevk etmeye çalışmış. Başaramayınca, ölmek için Allah’a yalvarmış. Duaları uzun süre kabul olmamış en sonunda Allah ona ateşten bir at gönderip cennete almış. Burası da Hz. İlyas’ın göge yükseldiği yermiş. Bu arada Kuran-ı Kerim’de de İlyas Peygamberden bahsediliyormuş.

Yazımızın sonuna da geldik. Gelecek sayıda buluşmak üzere. Sağlık, huzur, mutluluk dolu günler sizinle olsun.

Hayallerinize dokunmanız dileğiyle…

 

 

 

Loading

Paylaş :

Comment here