Gezi

Bulutlar Ülkesine Yolculuk Karadeniz Yaylaları 1

 

Bulutlar ülkesi Karadeniz’in çılgın yeşilinde hayallerimize dokunmaya devam ediyoruz.

Farklı coğrafyası, gastronomisi, coşkun denizi, zor hayat şartlarıyla ülkemize zenginlik katan Doğu Karadeniz, hep sevdamız oldu. Kar, kış, zor, imkânsız demedik sevdamız depreştikçe düştük yollara. O şehir, bu köy, şu yayla, dağ, tepe derken pek çok yerini gezdik. Her dönüşümüz sevdamızı pekiştirip özlemimizi artırdı. Ve anladık ki buralarda doğmak, Karadenizli olmaya yetmiyor. Bu coğrafyayı özümsemek, kabullenmek kısaca Karadenizli olmayı istemek gerek. Ve işte bu nedenle biz kendimizi Karadenizli olarak görüyoruz.

Karpatlara gidip de dönüşte Karadeniz’e melül melül bakıp eve dönmeye yüreğimiz el vermedi. Sevgili dostumuz İmdat Yılmaz her görüştüğümüzde “Bizim yaylaları görmeden Karadeniz’i görmüş sayılmazsınız. Mutlaka bekliyorum!” diyordu. Gideceğimiz tarihlerde İmdat’a uygun olunca hep birlikte yaylalarda olacağımıza çok mutlu olduk.

Sarıtaş Yaylasına yolculuk

Gürcistan dönüşü izni biten arkadaşlarımızı evlerine uğurladık. Bilal ve Nurten’le birlikte İmdatların yaylası Sarıtaş Yaylasına doğru yola çıktık. Şansımıza hava nasıl güzel gökyüzü masmavi. Araçla Yomra’dan içeriye dağ yollarına doğru başladık tırmanmaya. Hava güzel olduğundan yollar belirgindi. Bir tarafı uçurum olsada derin vadiler yemyeşil otlar ve her yerderengarenk çiçekler içimizi açıyordu. Sis bulutuysa dağları ovaları kah yutuyor, kah bize tüm güzelliğini gösteriyordu. Yolları toprak ve ıssızdı. Arada sırada birkaç evin bulunduğu yaylalardan geçtik. Fırının önünden geçerken bir dede el sallayıp bizi durdurdu. Sarıtaş Yaylasına gittiğimizi öğrenince içinde 8-10 pide bulunan poşeti verip “Önünüze çıkacak ilk caminin oradaki dükkâna verin. Kemal’in dersiniz. Sizi bekliyor.” dedi. “Tamamdır.” deyip aldık. Bir başka yayladaki bakkalın önünden geçerken bu sefer bir abi el salladı. Yine durduk. Abi bakkalmış. Anlaşılan sipariş telefonla gelmiş. “Ekmekleri bitmiş. İlerde yanyana iki dükkân var. İkinciye verin. Ahmet Abinin dersiniz.” dedi. Araçlı kurye olarak onu da aldık. Sıcak ekmekler nasıl güzel kokuyor! Yola devam. Git git yol kenarında ne yanyana iki dükkân, ne de cami görünüyor. Tahminen 15 km. sonra yanyana iki dükkâna benzer bir şey görünce durduk. Adres doğruymuş. Esnaf aldı “Veririm Ahmet Abiye.” dedi. Yola devam da cami yok ortada. Derken 20-25 km. sonra ilerde minare göründü. Yakınında bir kahve vardı, kahveci de kapısının önünü süpürüyordu. Selamladık Kemal’i sorduk. “Daha gelmedi.” dedi. Ekmekleri söyleyince “Tamam, veririm.” deyip aldı. İşte yaylacı olmak böyle bir şey. Adres: Sarı Çizmeli Mehmet Ağa. %100 eline ulaşır. Yaylalarda insanlar birbirini sever, güvenir, kimse kimsenin hakkını yemek ya da çalıp çırpmak için uğraşmaz. Yapanlar da zaten bizden değildir. O yüzden dedim ya size, biz Karadenizliyiz!

İşte böyle güle, söyleşe Sarıtaş Yaylasına ulaştık. İmdat ve eşi Mamure bizi bekliyorlardı. Sarılıp hasret giderdikten sonra,İmdat, “Hava çok güzel Santa’ya gidelim. Hem orayı gezer, hem de pek kimsenin bilmediği Taş Köprüye kadar trekking yaparız.” deyince havalara uçtuk. Hemen toparlanıp yola çıktık.

Santa Harabeleri

Santa’yı anlatmaya başlamadan önce azıcık konumundan bahsedeyim. Gümüşhane’ye bağlı Dumanlı köyünde. Trabzon’dan da ulaşım var ve Trabzon’un bazı ilçelerinin de yaylası.

Bölgede demir, kurşun ve kurşunla birlikte gümüş madeni bulunduğundan orta çağdan beri burada yerleşim olduğu tahmin ediliyor. Ayrıca “Tarihi İpek Yolu” üzerinde bulunuyor. 1461-1476 tarihleri arasında, Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı Topraklarına katılmış. Aslında bir madenci köyü. Osmanlı İmparatorluğu da madenciliği desteklemek için burada yaşayan madencilere vergi istisnası ve kolaylıklar sağlamış. O yüzden bölge çok Rum göçü almış. Köyün 7 mahalleden oluştuğu tahmin ediliyormuş. 1923 yılındaki mübadelede tamamen boşaltılmış. Hazineye devredilmiş. Şimdiyse sadece yazın kullanılan bir yayla olmuş.

Yaklaşık 700 yıllık geçmişi olan köyü merak etmediğimi söylesem yalan olur. İmdat’ın rehberliğinde yayla yollarından geçip Santa’nın çift kiliseli Zurnacili Mahallesine ulaştık. Aslında Rumların terk edişinden itibaren 100 yıl gibi kısa bir zaman geçmiş olmasına rağmen hem bakımsızlıktan, hem halkın yeni ev yapımında kullanmak için yıkmasından, hem de hazine arayanların talanından çok zarar görmüş. Yine de tek katlı, taş binaların bazıları sağlam ayakta duruyor. Artık koruma altına alınmış ama çok bakıma ihtiyacı var.

Zurnacili ’den, Yanbolu Deresinin böldüğü diğer vadilerde bulunan mahallelerde karşıdan çok güzel görünüyor. Buraları gezip, gözlerimize yeşil ziyafeti çektirdikten sonra yola koyulduk. İmdat, yaylalardaki unutulmuş artık kullanılmayan kervan yolu, göç yolu, katır yolu gibi yolları araştırıp, pek çoğunu gün yüzüne çıkarmış. Buraların GPS kayıtlarını oluşturmuş (Hala da çalışmalarına devam ediyor.)

Santa’nın bağlı bulunduğu Dumanlı Köyü, adından da anlaşıldığı gibi yılın 365 günü sisli ve dumanlı. Yanbolu Deresi üzerinde bulunan taştan yapılmış küçük köprüyü açık havada görebilmek ise kısmet işi. Bizim yürüyüşümüz sırasında da sis bir bastı, bir kalktı.Köprüyü nasıl göreceğiz diye merak içinde güzel bir yürüyüş sonrası köprüye ulaştık. Doğayla bütünleşmiş bu köprüye taş demek imkânsız. Her yerinden yeşil otlar, çiçekler fışkırmış.Neşeyle akan derenin üzerinde yüzyıllara direnmenin gururuyla duruyor. Yeşilin bin bir tonundaki köprüyü seyrederken, sis yalnız bırakmadı ara ara gelip yokladı. Bu güzel manzaraya karşı olmazsa olmaz mini pikniğimizi yapıp keyifle çayımızı içtik.Sonra da geldiğimiz patikadan geri döndük.

Taş Köprü

Araçla dönerken,bu sefer Taş Köprü Yaylasına adını veren yine Yanbolu Deresi üzerinde bulunan tarihi Taş Köprüye uğradık. Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’un fethi sırasında ordunun geçmesi için yaptırdığı rivayet edilen köprü, yüzyıllara inat dimdik ayakta duruyordu.2.140 m. yükseklikteki tek gözlü köprü Karadenizde görmeye alışık olduğumuz köprü mimarisinden oldukça farklı. Hatta süslü bile diyebiliriz. Çin’den Trabzon’a giden Tarihi İpek Yolununda bir parçası. Kim bilir ne kervanlar, ne yolcular geçmiştir üzerinden. Biz de eksik kalmayalım diye karşı tarafa geçtik. Derenin soğuk, billur sularına, yaylanın çiçeklerine, yemyeşil otlarına tanıklık eden köprüye veda edip yola devam ettik.

Dipsiz Göl

Size bir sorum var! Bazı göllere neden dipsiz göl denilir biliyor musunuz? İlginç bir hikâyesi var. Su içmek için göle giren sığırlar, gölün ortasında batıp kayboluyormuş. O yüzden böyle göllere dipsiz göl deniliyormuş. Şimdi sizi Taş Köprü Yaylasında bulunan Dipsiz Göle götüreceğim. Hatırlarsanız 6 Kasım 2019 tarihindeyasal izinle gölün suyu boşaltılıp dibine inilmiş ve 4 gün boyunca dozerle göl yatağının içinde hazine aranmıştı. Efendim! Roma İmparatorluğu’nun 3.500 askerden oluşan 15. Apollinaris Lejyonu bir dönem bölgede kalmış (130 km. ilerde Sadak köyü yakınlarında Satala Antik Kentinde yapılan kazılarda kale duvarı filan bulunmuş.).İşte Lejyonun hazinesi buradaymış! İyi de yaya olarak 4 günde ulaşılan göle, hazine sandığı ya da hazineler (mutlaka büyük olmalı) 1) nasıl saklanır 2) nasıl geri alınır? Bunları planlamadılarsa hazineyi fırlatıp atmış olmaları gerekir. Zaten gölün suyu boşaltıldığında hiçbir şey bulunamamıştı. Maalesef 12 bin yıllık buzul gölü yok edilmiş oldu. Sonrasında yandaki dereden su çekilip ancak 1 ayda tekrar doldurulabilmişti.

Büyük bir merakla son durumunu görmeye gittik. Şimdi çevresini telle çevirmişler. “Bu kadar yıl çevresini çeviren yoktu, sizden önce başına bir şey gelmemişti. Yöre halkı zaten koruyor. En büyük tehlike sizsiniz.” diyeceğim ama kim duyacak? Masmavi berrak sular gitmiş, yerini çamurlu bir bataklığa bırakmış. Dibi bulunan Dipsiz Göl, artık suni bir su birikintisi olmuş. Maalesef gördüklerimiz bizi çok üzdü. Hırs, bir kez daha doğayı, insanlığı yendi.

Sayfamızın sonuna geldik. Şimdilik hoşça kalın.

Hayallerinize dokunmanız dileğiyle….

Karadeniz Haritası

 

 

 

Loading

Paylaş :

Comment here