Gezi

Portekiz Gezi Notları – 1

Porto

Rüzgâr bu sefer bizi Avrupa kıtasının en batısındaki küçük, fakat dünya tarihinde büyük izler bırakmış Portekiz’e savurdu. Ülkeyi gezmeye Porto’dan başladık.

Porto

Atlas Okyanusuna dökülen Douro Nehrinin, doğal liman oluşturan iç kısmına kurulmuş bir liman şehri. İlk insan izleri M.Ö.8.000’lere kadar uzanıyormuş. Şehir zaman içinde Keltler, onlarla ticaret yapan Fenikeliler, Romalılar, Vizigotlar, Magribilere ev sahipliği yapmış. Okyanusun deli dalgalarından korunan liman, gemiler ve gemiciler için bulunmaz kaftan olmuş. Ticaretin gelişmesiyle birlikte şehir bugünkü halini almış.

Sao Bento

Bu kısa bilgiden sonra gelelim bizim gezimize. Havaalanına indikten sonra metroyla 1900’ün başlarında inşa edilen Sao Bento istasyonuna geldik. Elimizde eşyalarımızla direkt garın içerisindeki 11 yılda tamamlanan muhteşem çinileri inceledik. Panolar toplam 20.000 çiniden oluşuyormuş. Güneş ışıklarına maruz kalan bazı panoların rengi nispeten solmuş olsa da 100 yaşını aşmış çiniler hala pırıl pırıl. Portekiz’in tarihini ve kültürünü anlatıyormuş.

Güzelliğe bakar mısınız? Kimseyi zorlamıyor, geçmişi unutturmuyor “arif olan anlar” deyip görsel zekâyla işi bitiriyorlar.

Portekiz’de bu çinilere azulejo deniliyor. Ülke genelinde dış ve iç cephelerde çok kullanılıyor. Konutlarda çoğunlukla düz seramik şeklinde kullanılsa da papatya gibi kabartmalı azulejolara da rastladık. Hepsine hayran kaldık.

Şehir dik bir vadinin böldüğü nehrin kıyısına kurulduğundan inişli, çıkışlı yokuşlarla dolu. Flores Caddesinde kaldığımız için bize zor gelmedi. Yürüyerek rahatlıkla her yere ulaştık.

Portekiz genelinde kiliseler dâhil pek çok yer ücretli. Fiyatlar çok pahalı olmasa da toplamda, hele ki kurların yüksekten uçtuğu bu zamanlar da yekün teşkil ediyor. Bizi mecburen seçici olmaya zorluyor.

Lello Kitapevi

J.K. Rowling’e Porto’da yaşarken yazdığı Harry Potter adlı fantastik romanına ilham verdiği söylenen Lello Kitapevi inanılmaz kalabalıktı. Günler öncesinden randevu almak gerekiyordu. Üstüne üstlük ziyaret yarım saat olunca önünden geçtik. Kapısındanşöyle bir gördüğüm,1869 tarihli kitapevini çok beğendim. Bu arada Rowling “Lello ’yu ziyaret etmediğini, buradan ilham almadığını” attığı bir tweette yazmış!

Yolumuzun üzerindeki Clerigos Kilisesi’nin ücretsiz olan kilise kısmını gezip, Carmo ve Carmelitas Kiliselerine doğru devam ettik.

Carmo ve Carmelitas Kilisesi

Karşıdan baktığınızda katedralden bile büyük görünen bina aslında 2 kilise ve aralarında bulunan dünyanın en küçük evi unvanına sahip “Casa Escondida ”dan oluşan üçlü bir kompleks.

Carmo Kilisesi 18. yy’ın ortalarında rahipler için kurulmuş. Yan duvarını süsleyen binlerce azulejo ile 12. yy’da Carmo Dağında kurulan Carmelit Mezhebini anlatıyormuş. “Carmo” rahiplerin, “Carmelitas” da rahibelerin kilisesiymiş.

Carmo Kilisesi ücretli, kapı girişinden bilet alabiliyorsunuz (İnternetten alırsanız indirimli, aklınızda bulunsun!).

Kilisenin herkese açık ibadet kısmı altın yaldızlı rokoko ve barok süslemelerle bezeli. Üst katında küçük bir müze ile rahiplerin yemek yiyip görüştükleri bir de salon var. Ayrıca hastane olarak da hizmet veren kilise 1808-1814 yılları arasında Fransız işgali sırasında her iki tarafın askerlerini de tedavi etmiş. En alt katındaki mezarlık kısmındaysa pek çok insan gömülüymüş. Bu mezarların bir kısmını açmışlar.Aynı mezarda birçok kişinin kemiklerinin bulunduğunu gördük.

Carmelitas Kilisesinin geçmişi ise Carmo ’dan çok daha eski. 17. yy tarihli bir manastır. İşgal sırasında kışla olarak kullanılmış. Hala manastır kısmını Portekiz Ulusal Muhafızları, karargâh olarak kullanıyormuş. O yüzden bu kilisenin sadece ibadet kısmı ziyaret edilebiliyor. Burası da altın yaldızlı barok süslemelerle bezeli.

Gelelim iki kilisenin arasındaki 1,5 m.lik aralığa. Burası Dünyanın en dar evi, 3 katlı. Alt katta yatak odası, ortada oturma odası, en üst kattaysa mutfak var. Aslında rahip ve rahibelerin ibadet ettiği kiliselerin duvarını ortak yapmak istememişler ama arada kalan boşluk da hoş görünmeyince araya evi monte etmişler. Başta rahipler, ardından kiliselerde çalışan sanatçılar, sonra doktorlar bu minik evi kullanmış. Hatta işgal yıllarında gizli toplantılar bile yapılmış.

Santa Catarina veya Ruhlar Şapeli

Porto’da Carmo Kilisesi gibi mavi beyaz çinilerle kaplı pek çok kilise var. Bunlardan bir tanesi de St. Catarina Şapeli. Dış yüzü ve içi Azize Catarina ve Aziz Francis’in hayatını, şehit edilmesini anlatan seramiklerle süslenmiş.

Porto Katedrali’neyse pazar ayini için sabah gittik ama onlar bizden akıllı çıktı ibadete girerken bile ücret alıyorlardı. Bizde katedralin etrafını gezip Şehre tepeden baktık. Sonra aşağıya Duoro nehri kıyısına indik.Nehir şehrin var olma sebebi.

Praça de Riberia

Ortaçağdan beri şehirdeki ticaret merkeziyse tabii ki nehir kıyısında“Praça de Riberia” yani Riberia Meydanı. İki kere yangın yaşanan meydanda 17.yy’dan kalma bir çeşme ile “Cubo da Ribeira” diye adlandırılan heykel, yangınlardan sonra yapılan Ortaçağ binaları, Vaftizci Yahya heykeli ilk bakışta görülen yerler arasında..

Tekne turlarının da hareket noktası olan meydan bar, restoran ve kafelerle dolu. Sıra sıra teknelerin bağlı olduğu nehir kıyısından 1. Luis köprüsü çok güzel görünüyor. Şehir gezimizde gece, gündüz pek çok kez bu alandan geçtik. Her zaman turistler, satıcılarla dolu cıvıl cıvıldı.

1.Luis Köprüsü

Duoro Nehrini gerdanlık gibi süsleyen 1. Luis Köprüsü iki katlı. Alt katından araçlar, üst katından trenler geçiyor. İnsanlar için her iki katında yürüyüş yolları var. Köprünün karşısına Gaia Bölgesine geçerken üst kattaki yolu kullandık. Nehrin kenarındaki rengarenk evleri ve şehri buradan izlemek ayrı bir güzeldi.

Dönüşte alt yolu kullandık. Buradan da aşağıdan geçen gemiler çok keyifli görülüyordu.

Gaia Bölgesi

Şaraplarıyla ünlü Gaia Bölgesine geçince, köprü ayağının hemen yanında bulunan Pillar Kilisesinin seyir terasına gittik. Bir kez daha Porto’yu karşıdan seyrettik. Burada gün batımı çok güzel izleniyormuş ancak bizim Porto’da bulunduğumuz dönemde hava kapalı ve çok yağışlıydı. Buradan nehir boyunca yürüdük. Yol kenarlarında şarap tadım evleri vardı. Hepsinde bir şeyler yiyip, içilebiliyor. Biz de büyük tadım evlerinden birini denedik. İçerde canlı müzik de yapıyorlardı. Balıklı pasta dedikleri sıcak bir tuzluyla şarap denedik. Şarap güzeldi ancak patates köftesine benzeyen balıklı pastanın içine kocaman bir peynir eklemişler. Bana çok ağır geldi. Tadım evinin ambiyansıysa müthişti. Konserve sardalya satan bir firmanın dükkânına hayran kaldık.

Fado Konserleri

Porto’da bir gecemizi klasik fado konserine ayırdık. Fado 19. yy’da Portekizli kadınların geri dönmeyen denizci eşlerini, sevgililerini veya yaşamlarını anlattıkları çoğunlukla ağıt tarzı şarkılar.Klasik Fadoysa gitar eşliğinde bir sanatçının performansından oluşuyor. Bizde Adriana Paquete ’dan duygusal parçalar dinledik. Ne söylediğini anlamasak da müziğin evrenselliğinde aynı duyguları paylaştık.

Bir gece de şehrin en eski kiliselerinden biri olan Sao Pedro de Miragia Kilisesindeki modern fado konserine gittik. Gerçekten çok moderndi. Karanlık kilisede çeşitli enstrümanlar eşliğinde yapılan gacır gucur müzik korku filmlerini aratmıyordu.

Batalha Meydanı, İldefenso Kilisesi, Mercado Balhao gibi pek çok yeri ziyaret ettik. Porto ziyaretimizin son gecesi yeğenim Nesibe bize katıldı. Hep birlikte Porto’dan kiraladığımız araçla ayrılıp, ülkenin kuzeyine doğru yola çıktık.

Şimdilik bu kadar olsun. Gelecek sayımızda buluşmak üzere, sağlıkla kalın!

Hayallerinize dokunmanız dileğiyle…

 

Loading

Paylaş :

Comment here