Gezi

Peru Yollarında 3  Klasik İnka Yürüyüşü

Turistlerin Cusco’ya geliş amaçlarından biri de Klasik İnka yolunda yürümek. Günde 500 kişinin lisanslı ve rehberli turla yürümesine izin veriliyor. Aylar öncesinden Sinan’ın derin araştırmaları sonucunda SAM Travel’a karar verip, internetten turumuzu satın aldık. Brifing için randevulaştık. Zamanında firmaya gittik. İnternetten okuduğumuza göre, turlar genellikle 6-8 kişilik oluyormuş. Büroda bizden başka kimse olmayınca “Herhalde diğerleri brifingi önceden aldı.” dedik.

Biraz sonra rehberimiz geldi. Adı Henry, 30’lu yaşlarında, ufak tefek, kumral, yerli kanı ağır basan sevimli bir genç adamdı. Yapacağımız yürüyüş hakkında bilgi verdi. Almamız gereken eşyaları, yiyecekleri söyledi. “Hava durumuna ya da sağlık durumunuza göre riskli bir durum olursa yürüyüşü kesebilirim. Yarın beş şerpa, bir aşçı ile birlikte sabah 6:00’da hareket ediyoruz.” dedi. Grupta kaç kişi olacağımızı sorduk. “Sadece sizsiniz.” deyince şok olduk!

1.GÜN

İhtiyacımız olmayacak eşyalarımızı hostelimizde bıraktık. Beş gün süresince yaklaşık 7 kg.luk sırt çantalarımızla yürüdük.
Henry ve aşçımız Mario bizi aldılar. 76 km. ilerde bulunan Ollantaytambo kasabasından da şerpalarımızı ve gerekli malzemeleri aldık. En fazla 30 kg. yük taşımalarına izin verilen şerpalarımız, bizim için çadır, mat, uyku tulumu ve yiyecek taşıyorlardı. Rehberle birlikte üç kişiydik, eşyalarımızı kendimiz taşıyorduk. Aşçımız dahil 6 şerpamız vardı. Neden bu kadar çoklardı, ne taşıyorlardı acaba?
Sonunda klasik İnka yürüyüş yolunun başlangıcı olan Piscacucho’ya vardık. Machu Picchu’ya 82 km. uzaktaydık. Şerpalar öğlen yemeğini hazırlamak için önden gittiler. Kontrol noktasında evraklarımızı gösterip, onay aldıktan sonra saat 9:00 gibi yürüyüşe başladık. Urubamba Nehrinin karşısında olan patikaya, köprüden geçerek ulaştık. Patikada eşekli, atlı ya da sırtlarında eşyaları ile yürüyen, yol kenarındaki tarlasında çalışan köylülerle karşılaşıp, selamlaşarak ilerledik. Hava çok güzel, yol virajlı fakat eğim çok az olunca uçarak yürüyorduk.
Yolumuzun üzerinde İnka köyü Patallaqta vardı.

Tepede kurulmuş olan köy, eskiden kale görevi görüyor, yolcular , askerler Machu Picchu’ya giderlerken burada dinleniyormuş. İnkalar için dağlar kutsal olduğundan burada da tapınak ile kutsal alanlar varmış.

Henry, İnkalar için bazı hayvanların çok önemli olduğundan bahsetti. Gökyüzündeki tanrılarla iletişimi sağlayanın kondor, yeryüzündeki insanları tanımlayanın puma, yer altı alemini temsil edenin yılan olduğunu söyledi. Cusco’nun kuruluşunda şehrin puma şeklinde planlandığını, yine istiridyenin de kutsal olduğunu o yüzden Willkarakay köyünün istiridye şeklinde oluşturulduğunu anlattı. Patallaqta’nın aşağısında bulunan Willkarakay köyünü gösterdi. Vadinin dibinde teraslanarak yükseltilmiş, sırtını dağlara yaslamış, nehir kıyısındaki etekleri istiridyeye benziyordu.

İnkalar üretimi elle yaptıkları halde ziraatta çok ilerlemişler. Willkarakay köyünün de asli görevi ürün depolamakmış.

Henry’nin açıklamaları ile mola yerimize ne ara ulaştık anlamadık. Şerpalar bizden önce gittikleri için yemeğin hazır olacağını tahmin ediyorduk, ama bu kadarını beklemiyorduk. Kurulan yemek çadırında kumaş örtülü masa ve sandalyeleri vardı! Yemekler de inanılmazdı, ilk gelen çok süslü bir avakado salatası oldu. Kendi yaptıkları meyve suyu ile kocaman bir tepsinin içinde et, sebze, pilavdan oluşan yemeğimizin arkasından meyve ikram ettiler. Sıcak su sürekli vardı. İstediğimiz zaman çay, kahve içebiliyorduk.

Öğleden sonra yolumuz biraz dikleşti. Patika köyler arasında kullanıldığından oldukça bakımlı, rahattı. Kuş sesleri ve And Dağlarının doyumsuz manzarası ile Hatunchaca köyü yakınındaki kamp alanımıza saat 15:00 civarında vardık.

Bir evin arka bahçesinde şerpalar çadırlarımızı hazırlamışlardı. El ve ayaklarımızı yıkamamız için sıcak su, havlu verdiler. Alışık değiliz bu kadar ihtimama, onların yaptıklarına ne kadar şaşkınlıkla bakıyorsak onlar da bizim neden şaşırdığımıza şaşırarak bakıyorlardı. Anlayacağınız ilk günümüz karşılıklı şaşkınlıkla geçmişti.

İlk gün 200 m. yükselmiş, 6 saatte 12 km. yürümüştük.

Saat 17:00’de çay saatimiz vardı. Çadırlarımızın önünde bulunan barakada patlamış mısır, bisküvi, kek ile çay, kahve ikram ettiler. Henry’den İnkalar ve Perulular hakkında bilgi aldık. İspanyolların zorlaması ile Katolik olmak zorunda kalan halkın artık karışık bir din yaşadığını, Katolik göründüklerini ancak İnka inançlarının da devam ettiğini,  Pachamama yani Toprakana’nın hala çok önemli olduğunu öğrendik.

Saat 19:00’a yaklaştığında akşam yemeğimiz hazırdı. Lezzetli bir yemek yedikten sonra dinlenmek üzere çadırlarımıza çekildik.

  1. GÜN

Kalkar kalkmaz şerpalar, yükseklikle ilgili sorun yaşamayalım diye koko çayı verdi. Tatsız ama şifa niyetine her gün içtik. Saat 7:00’da kahvaltıdaydık. Yumurtalı, peynirli güzel bir kahvaltı yaptık. 7:30’da yola koyulduk. Gece yağmur yağmıştı. Hava kapalıydı. Bitki örtüsü, çiçekler yükseldikçe daha da güzelleşiyordu.

Henry, sivrisinekler için ilaç sıkmamız konusunda bizi uyardı. Sivrisinekler nasıl minik, gözükmüyor, korkunç ısırıyorlardı. Isırdıkları yerler para gibi kabarıp, deli gibi kaşınıyordu. Yürüyüşümüz süresince şapkamız, üstümüz başımız, yüzümüz gözümüz her yere ilaç sıktık. Bu yolculukta en çok ihtiyacımız olan sivrisinek ilacıymış. İyi ki yanımıza almışız!

Karşımıza çıkan ilk köy Huayllabamba’dan sonra dik tırmanmaya başladık. Vadinin rengi koyu yeşile döndü. Havada yağmur tehdidi vardı. Rüzgar sertleşmeye başladı. 3.800 m.deki Llulluchapampa kamp alanına vardık. Soframız hazırdı. Yemeğimizi yiyip, dinlendikten sonra yola koyulduk. Yağmur da bir yandan başlamıştı. İrtifadan rahatsız olmasak da yağmur ve rüzgar hızımızı kesiyordu. En sonunda İnka yolunun en yüksek noktasına 4.200 m.deki Warmiwanusca veya Dead Woman Pass yani “Ölü Kadın Geçidi”ne ulaştık. Rüzgar nerdeyse fırtına hızındaydı. Sis de vardı. Biraz fotoğraf çekip, koşarak inmeye başladık. Henry’e neden buraya Ölü Kadın Geçidi adını verdiklerini sormuştum. “İnerken dön, arkana bak. Kadını göreceksin.” demişti. Gerçekten dağın siluetinde kadının kafası, saçları, yüz hatları, cenin halinde toparlanmış vücudu oldukça belirgindi. Sonunda ölü kadını bulmuştum!

Sarı orkide tarlalarının arasından çıktığımız gibi dik indik. İndikçe rüzgarın hızı azaldı.

Pacaymayu kamp alanımıza saat 16:30’da ulaştık. Tuvaletlerin de yer aldığı alanda gruplar çadır açmış, çadır kent görüntüsü oluşmuştu. Bazıları gelmiş çadırlarına yerleşiyor, bazı çadırlar boş sahiplerini bekliyordu.

Beş çayımızda günün kritiğini yaptık. Zorlu bir gündü. 1.350 m. yükseldik, 600 m. indik, 8 saatte 12 km. yürüdük. Henry, başlangıçta yürüyebileceğimize pek emin değilmiş. Onu şaşırtmışız!

3.GÜN

Gece yağmur yağdı. Kalktığımızda devam ediyordu. Çadırımız su almış, uyku tulumlarımızın ayakucu ıslanmıştı. Kahvaltıdan sonra 7:30’da yoldaydık.
Yürüyüşe yağmur ve sisle başladık. Vadilere dolan sis yemyeşil bitki örtüsünün içinde bulut denizi oluşturmuştu. Kendimizi Kaçkarlar’da zannettik.
İlk olarak Runcuracay arkeolojik sit alanına ulaştık. Macchu Picchu’ya gidenler, dönenler, ulaklar konaklıyormuş.

Sit alanını arkamızda bırakarak yeşil sulak ormanın, renkli çiçeklerin, şelalerin eşlik ettiği patikadan tırmanmaya devam ettik. Yürüyüş rotamızın ikinci en yüksek noktası olan 4.000 m.deki Runcuracay geçidine ulaştık. Yağmur da hızını kesmişti. Geçidi aştıktan sonra inişe başladık. Göllerin, derelerin yanından giden patikaya sisli dağ manzaraları eşlik ediyordu.
İlerde İnka kalesi Sayaqmarka vardı. Taştan yapılan kalede misafir, halk, din adamları ve kraliyet ailesinin kalacağı odalar ile tapınak bulunuyordu. Tapınağın içinde doğal bir kaya vardı. Henry’nin anlattığına göre; İnkalar tapınaklarında özellikle böyle doğal tepeleri tercih ediyorlarmış.

Kalenin ilerisinde şerpalar yemek çadırını kurmuş bizi bekliyorlardı. Yemeklerimizi yiyip, dinlendikten sonra yola devam ettik. Yağmur da kaldığı yerden şiddetini arttırarak tekrar başlamıştı. Ormanın içinde ine, çıka zorlu yolculuğumuza devam ederken patikanın uçurumla birleştiği noktada tünele rastladık. İnkalar kayayı oyarak merdivenli bir tünel yapmışlar. Henry, İnkaların And dağlarının sarp coğrafyasında pek çok yerde tüneller, köprüler yaparak yerleşim yerlerine en kısa yolları oluşturmaya çalıştıklarını, ülke genelinde bu yolların 40 bin km. civarında kara yolu ağı oluşturduklarını anlattı. Hangi alet edevatla aklımız almadı?

Üç saat sonra Phuyupatamarca’da bulunan kamp alanımıza ulaştık. Artık bir klasik olan şerpalarımızın alkışlarıyla bugünkü parkurumuzu tamamladık. Çadır kent kurulmuştu. Tuvalet yoktu. Şerpalar taşınır tuvalet getirmişlerdi! Gözlerimize inanamadık. Meğerse bildiğimiz şeylerin dışında ocak tüpü, tuvalet, oksijen tüpü gibi ihtiyaç duyulabilecek birçok şey taşıyorlarmış. Boş vaktimizde tepeden gördüğümüz Phuyupamarca antik şehrine gitmek üzere yola koyulduk. Dik, yüksek merdivenlerden yağmur altında indik. Antik şehrin etrafındaki dağlık alanda üretim yapmak için teraslar oluşturulmuş. Şehrin girişinde teraslanmış altı katta, altı tane çeşme vardı. Suları akıyordu. Aradan geçen bu kadar zamana rağmen hala aktif olarak kullanılabiliyordu. Burası kutsal su alanıymış.

Gezimizi bitirdikten sonra beş çayına yetişmek üzere kamp alanımıza geri döndük. Oldukça zorlu bir gündü. Yağmur altında 3.600 m. den 4.000 m.ye tırmanıp, tekrar 3.600 m.ye indik, 8 saatte 12 km. yol yaptık.

Çayımızı içerken yağmur dindi. Hava açılmaya, bulutlar dağılmaya başladı. Kamp alanımızın arkasında bulunan yamaçtan karşıdaki vadiler pırıl pırıl görülüyordu. Manzara müthişti! Gün batımı da şansımıza çok güzel oldu..

Akşam yemeğinden sonra çadır kent halkı olarak hep birlikte uykuya yattık.

4.GÜN

Kuş sesleriyle kalktık. Bugün büyük gündü. Güneş kapısından geçip Machu Picchu’ya ulaşacaktık.

Çadırımıza ulaştığımızda Mario bizim için son defa öğlen yemeği yapmıştı. Yemeklerimizi yiyip, Mario ve şerpalarla vedalaştık.

İnişli, çıkışlı sıkı bir yolumuz vardı. Sık ormanın içinde kelebekler, kuş sesleri eşlik ediyor, pembeli, kırmızılı çiçekler insanın içini ısıtıyordu.

Patikamız da inanılmaz dikleşmişti. Neredeyse iki basamak yüksekliğindeki taş basamaklardan ıkına sıkına çıkıyorduk. Tepede sütunlu bir yapı görünüyordu. Tam tepeye ulaşırken Henry “Nerede olduğunuzu biliyor musunuz?” diye sordu. Biz de her zamanki şaşkınlığımızla “Bilmiyoruz. Neredeyiz?” dedik. “Güneş kapısındasınız. Machu Picchu’nun resmi giriş kapısı” dedi.

Malesef sayfamın sonuna da geldik. Devamı gelecek sayımızda! Pandemi günlerinde sağlıkla evinizde kalın.

Hayallerinize dokunmanız dileğiyle…

İsterseniz videosunuda izleye bilirsiniz,

 

Loading

Paylaş :

Comment here