Gezi

Kaf Dağına Yolculuk 2

Geçen yazımızda Kafkas Dağlarının antik Yunan ve Roma uygarlıklarına nasıl ilham kaynağı olduğundan bahsetmiştik. Aslında bize çok yakın olan İran edebiyatı da bu erişilmez zirveli dağlardan etkilenmiş. Kafkas Dağlarına, Kaf Dağı demiş. Burada Zümrüdüanka kuşunun yaşadığı, yaşlanınca yanarak küle dönüştüğü ve küllerinden tekrar doğduğu yer olarak tanımlamış. Çocukluğumuzda dinlediğimiz erişilmez Kaf Dağları, şimdi Gürcistan’ın Rusya ile sınırlarını oluşturmuş.

Svaneti Bölgesi

Svan Halkı yüzyıllardır bu karlı, sarp dağların, çılgın akan nehirlerin olduğu masallar ülkesinde yaşamış. O yüzden buraya Svaneti Bölgesi denilmiş. Svanların kendilerine ait dil ve kültürleri varmış. Doğa koşulları gibi Svanlar da sert ve savaşçı bir toplum olmuş. Yörede kan davası da çok yaygınmış. Bu nedenle düşmanlarından ve kan davalılarından korunmak için evlerinin yanına 20-25 m. yüksekliğinde kuleler yapmışlar. Yolculuğumuz sırasında tek tük kuleli evlere rastladık. Ortaçağ ruhunu kaybetmemiş,  bu kuleli evleri en çok Mestia’da gördük.

Mestia

Savunma amaçlı olan kuleler 4-7 kat arasında yapılmış. Düşman ya da kan davalılarının saldırısında kendilerini bu kulelere hapsediyor aylarca saklanıyorlarmış. Kulenin katlarına hareketli tahta merdivenlerle çıkıyor, sonra merdiveni yukarı çekip, büyük kayalarla girişi kapatıyor, kendilerini koruyorlarmış. Biz de İngiltere Kraliçesi II.Elizabeth’in “Dağların Kaplanı” unvanını verdiği Mikheil Khergiani’nin müze evindeki ve Usguli yakınlarındaki Aşk kulesine tırmandık. Tırmandık diyorum çünkü merdivenler çok dik ve basamak aralıkları bayağı geniş. Tepeye ulaşınca da manzara karşısında iyi ki çıkmışım diyorsunuz.

Khergiani Dağcılık Müzesi

1932-1967 yılları arasında yaşayan ünlü dağcının doğduğu 2 katlı ev, şimdi müze olarak hizmet veriyor. Alt katında ortaçağda yatak gibi kullanılan tahta kerevetler var. Ailenin en yaşlı erkeğinin oturduğu tahta koltuk gibi etnografik eşyalar ve üst katında Khergiani’nin kişisel eşyalarıyla, hakkında yazılan gazete kupürleri gibi bilgiler sergileniyor.

Salonun bir yerinde ziyarete gelen dağcılık kulüplerinin bıraktığı flamalar dikkatimizi çekti. Bize eşlik eden görevliye, dağcılık kulübü olduğumuzu söyleyip flamamızı bıraktık. Bizim de flamamızı asacağını, ertesi gün gelip görebileceğimizi söyleyince, merakla tekrar gittik. Gerçekten asmıştı! Çok mutlu olduk.

Şehrin içinde ziyarete açık küçük bir arkeoloji müzesiyle, bir de kilisesi var. Onları da gezdik. Fakat asıl amacımız Kafkas Dağlarının vahşi coğrafyasında trekking yapmaktı.

 Chalaadi Buzulu

Günübirlik yaptığımız yürüyüşlerin ilki Chalaadi Buzuluna oldu. Yemyeşil ağaçların içinden, Mestiachala Nehrinin kıyısından buzula ulaştık. Orta zorlukta olan rotada yaklaşık 22 km. yürüdük. Dönüşte kötü bir sürpriz beni bekliyordu. Covid öncesi alıp da 3 yıldır giyemediğim botlarımı buraya getirmiş, buzula onlarla yürümüştüm. Giderken sıkıntı olmadı. Fakat dönüşte tabanları açıldı. Taş gibi yeni botlarım beni yarı yolda bıraktı. Akşam yapıştırıcı aradık, bulamadık. “Sabah ola hayrola.” dedik.

Koruldi Buzul Gölleri ve Haç Tepesi

Ertesi gün Koruldi Buzul Gölleri ve Haç Tepesi gibi zorlu bir rotamız vardı. Benim ise botlarım yoktu! Yenisini alayım desem, ayağıma göre bulma şansım zayıf, hadi buldum diyelim fiyatı ateş pahası. Kahvaltıda “Ne yapsam?” diye konuşurken Isauria Yolu yürüyüşünde birlikte yürüdüğüm arkadaşım Nurten “Bizim grup Ushguli’ye gidiyor. Ayakkabılarımı verebilirim” deyince dünyalar benim oldu. Bir koşu Nurten’in botlarını alıp düştük yollara. Bütün yürüyüş boyunca çok dik tırmandık. Yaklaşık 6 km. sonra Haç’ın bulunduğu tepeye ulaştık. Buraya çok güzel seyir terası ve dinlenme yeri yapmışlar. Bazı arkadaşlar keyif yapıp Mestia’yı tepeden seyretmek için burada kaldı. Geri kalanlarla tırmanmaya devam ettik. Yol uzun. Git git tırmanış bitmiyor. Ha şu tepenin arkası, ha şu dönemecin sonu diyerek inatla devam ettik. Sonunda irili ufaklı 7-8 tane gölden oluşan Koruldi’ye vardık. Göllerin birinde inekler keyif çatıyor, diğerinde yılkı atları dolanıyordu. Biz de bu keyifli manzaraya karşı çay içip, kumanyalarımızı yanımıza gelen 2 yılkı atıyla paylaştık. Başta dokunmaya cesaret edemesek de sonra cesaretimizi toplayıp sevdik. Anlaşılan bölgeye gelen turistlere alışmışlar. Sonra da geldiğimiz dik yollardan iniş yaptık. Toplam 21 km. yürüdük. Yürüdüğümüz rotaları, telefonuma indirdiğim “Wikiloc” uygulamasına kaydediyorum. Program rotayı orta zorlukta gösterdi ama külliyen yalan. Zorlu bir rotaydı. Bu arada ihtiyacınız olursa Wikiloc’ta “Gülçin Soytutan” olarak beni bulabilir ve kaydettiğim rotalarda yürüyüş yapabilirsiniz. Ufak bir ayrıntı, yürümekte sıkıntı yaşayanlar için araçla göllere ulaşım sağlanıyor.

Hastavali Kayak Merkezi (Teleferik), Zuruldi Dağı

Mestia merkezden hareket eden teleferikle 2 aktarma yapıp kayak pistlerine ulaşılıyor. Kışın kayak yapmak için yazınsa manzarası için tercih ediliyor. Özellikle Kafkas Dağlarının en ünlüsü olan 4.710 m. yükseklikteki çift başlı Uspha buradan görülüyor. Bir günümüzü de buraya ayırıp teleferikle inip çıkarak Kafkas Dağlarının tadını çıkardık. Ayakkabılarımı merak ediyorsanız bu sefer Kumru’cuğum sağ olsun onun spor pabucunu giydim.

Ushguli    

Son günümüzü Ushguli’ye ayırdık. Küçük kasaba, Kafkas Dağlarının en yüksek zirvelerinden olan 5.193 m. yükseklikteki Shara’nın eteklerinde bulunuyor. Mestia’ya 46 km. mesafede olmasına rağmen yollar çok bozuk olduğundan aracımızla gidemedik. Bu yollara sadece 4×4 Delicalar gidiyor. Ekstra kiraladığımız bu araçlarla ulaştık. Yolculuk 2,5-3 saat sürdü. Doğrusu gittiğimize değdi. Mestia’dan buraya 4 günlük bir yürüyüş rotası da var ama Allah’tan programa almamışız, yoksa botlarım beni ilk gün bırakınca perişan olacakmışım.

Ushguli, 4 mevsim yaşayan (Dikkat!) Avrupa’daki en yüksek yerleşim yeriymiş. (Avrupa neymiş abi, lastik gibi sünüyor. Büyüklerin canı nereden isterse oradan kesip buraya ekliyorlar.) Daimi olarak 70 aile yaşıyormuş. Okulu, müzesi hatta sineması bile vardı. Tepedeki küçük St. Giorgi Kilisesi 12. yy.dan kalmış ancak kapalıydı. 10. yy tarihli Lamaria Manastırı, Svan Kulesiyle bölgeye uyum sağlamış. Burası açıktı ve ziyaret edebildik.

Aşk Kulesi

Ushguli ve Mestia kasabaları arasında yer alan ve Aşk Kulesi olarak adlandırılan Svan Kulesini de es geçmedik. Engürü Nehrinin kenarındaki kulenin hikayesi şöyle; Bey kızı bir avcıya âşık olur. Tabii ki evlenmelerine izin verilmez. Gençler yine de görüşmeye devam eder. Delikanlı bir gün yine ava gider. Günler, aylar geçer haber alınmaz. Güzel kız çektiği ıstırapla kendini bu kuleye hapseder. Sevgilisinin yokluğuna daha fazla dayanamayan genç kız, kuleden nehre atlar. Bir mucizeyle nehirde balık olur ve avcıyı arar durur. Şimdi nehirde bulunan balıklar bu genç kızdan türemiş. Bu hikayemizle hem Aşk Kulesini, hem de Svaneti bölgesindeki gezimizi bitirdik.

Sataplia Tabiat Koruma Alanı

Sabah gün doğmadan yola çıktık. Rotamızı bu sefer Kutaisi üzerinden Batum’a bağladık. Ormanların içinden, dağların arasından, korkunç virajlar, uçurumlar sonrası Kutaisi’ye 10 km. mesafede bulunan Sataplia Tabiatı Koruma Alanı’na ulaştık.

Sataplia sönmüş bir volkan. “Bal alanı, bal toplanılan yer ” gibi bir anlamı var. Yakın zamana kadar arılar dağdaki küçük delik ve mağaralarda yaşayıp buralarda bal üretiyormuş, hatta yuvalarından da bal akıyormuş. Halk da gelip buralardan bal topluyormuş. Ancak fazla bal toplayıp arıları aç bıraktıkları için soyları tükenmiş. Şimdi sadece yuvaları görülebiliyor. Bu çok ilginç! fakat bizim asıl gelme sebebimiz dinozor ayak izlerini görmekti.

Koruma alanına rehber eşliğinde girebildik. İlk önce karstik Sataplia Mağarasına gittik. 55-60 milyon yıl önce bölge deniz kıyısıymış, deniz çekildikçe bu bölge oluşmuş. Tabanları olan iri ayak izleri otobur dinozorlara, 3 parmaklı izler etobur dinozorlara aitmiş. Bütün bu ayak izlerini hayret ve hayranlıkla seyrettik.

Tabiat alanında küçücük bir de cam teras var. Buradan Kutaisi ve çevresi çok güzel görünüyor.

Sataplia’dan 20 km. ilerde bir mağara daha var. Prometeus Mağarası fakat yolu o kadar bozuk ki 1 saatte ancak ulaşılıyormuş. Bizim yolculuğumuzu en az 3 saat daha uzatacak olunca vazgeçmek zorunda kaldık. Halbuki peşine düştüğümüz masalların merkeziydi. Aklımızın bir köşesine not edip şehre geçtik.

Kutaisi

Zamanımız kısıtlı olunca, 4.000 yıllık tarihi olan bu şehri şöyle bir gezdik. Merkezdeki Colchis Çeşmesi karşımıza ilk çıkan oldu. Gürcistan’da bulunan arkeolojik eserlerin modelleri ile tasarlanmış. Tam ortada elinde içki kadehi bulunan adam heykeli yani Tamada  M.Ö. 7 yy.da bulunmuş. Tamada, ağzı güzel laf yapan ve içki sofrasını yöneten kişilere verilen bir unvan. Diğer eserler yine antik Gürcü figürlerinden esinlenerek bir kadının altın ve değerli taşlardan oluşan mücevherleri olarak tasarlanmış. Pırıl pırıl parlıyor. Meydanın 4 tarafı tarihi yapılarla çevrili. En gösterişli olanı elbette tiyatro binası. Central Garden ve etrafta pek çok yer de heykellerle süslü.

Hem şehirde hem de çevrede gezilip görülecek pek çok yer var ama bizim programımız bitmişti ancak Rion Nehrinin kıyısında peynirli khinkali (Gürcü mantısı) yiyecek kadar zamanımız vardı. Mantımızı yedikten sonra da Sarp Sınır Kapısına doğru yolumuza devam ettik.

Böylece Gürcistan gezimizi de bitirdik. Bize bu güzel turu organize eden Ritur’a teşekkür ederiz.

Yeni bir yerde buluşmak üzere, hayallerinize dokunmanız dileğiyle…

Loading

Paylaş :

Comment here