Kategori Dışı

Yeni hikâye

Ülkemizde hep gündemde olan klişe sözler vardı: ülke bitti, tarım bitti, üretim bitti, memleketi yabancıya sattılar vs. vs.

Bu klişelerin bazılarında haklılık payı olsa dahi, 80 milyon nüfus ve kadim geçmişe sahip bir ülkeyi, klişeler üzerinden iki kelimeyle değerlendirmenin pek mümkün olamayacağını ve bunun en azından ülkeye haksızlık olduğunu düşünenlerdendim.
Ama öyle günler yaşamaya başladık ki, çoğunlukla ciddiye almadığımız bu klişelerin (en azından bir kısmının) doğruluğunu kesemizden eksilen paralar, işletmelerimize tedarik etmekte zorlandığımız ürünler ve her seferinde yukarı doğru giden faturalardaki fiyatlardan yaşayarak görmeye başladık.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi son günlerde gençlerin doğup, büyüdükleri ülkemizde yaşamak istemeyip, başka ülkelere göç söylemleri ve fırsatını bulanların gitmeleri eklendi.
Sebebini sorduğumda ise kendilerini baskı altında hissettiklerini, ne kadar çalışırsa çalışsınlar asgari ücret civarında bir ücret alacaklarını ve özlemini duydukları hayatı yaşayamayacaklarını söylüyorlar.
Popüler kültür ve kapitalist sistem, özellikle gençlerdeki beklentileri o kadar yükseltti ki, bizlerden büyüklerin imkânsızlıklarını, bizlerin 70, 80 ve 90’lı yıllarda yaşadığımız yoklukları anlatmaya kalkınca da, haklı olarak bunu anlamakta zorluk çekiyorlar.
Ülkemizin bugün itibariyle durumu ne? Anayasal bir düzen var, kanunlar var, kurumlar var, yasama yürütme ve yargı organı var, her taraf özel okul, hastane, üniversite, her taraf gıcır gıcır arabalarla dolu, köprüler, otoyollar, tüneller, metrolar var ve sürekli yenileri ekleniyor.
İhracat 20 yılda 10 kat artmış. Her taraf şıkır şıkır AVM, restoran, otel, tatil köyü, market dolu. Kamyonlar, tırlar sürekli her yöne koşuşturuyor. Sabahın 5-6’sından itibaren gıda taşıyan kamyonetler, şehirlere akın ediyor. İğneden ipliğe, yemekten traş malzemesi ne istersen moto kuryelerle ayağına geliyor. Bütün bunlar yetmiyor mu?
Bu kelimeyi kullanmayı hiç sevmem, ama cevap; MAALESEF… Bir kesim var ki, hiçbir ekonomik durumdan etkilenmiyor. Ama genel itibariyle, halkın büyük çoğunluk bu imkânlardan faydalanamıyor. Önceden özellikle şehirlerarası yolculuklar makul fiyatlarla yapılıyordu. Özellikle yeni yapılan köprü ve otoyolların geçiş ücretleri ve akaryakıt fiyatları düğün ve cenazeleri bile etkiledi..
Çeşitli vesilelerle bu konulara sürekli değiniyorum. Ülkemiz tarım toplumuyken verimsiz tarım, topraklar ve kaynakların yetmemesi, miras yoluyla tarım alanlarının bölünmesi, yetersiz yol, su, elektrik, eğitim, sağlık hizmetleri ve arzu edilen sosyal hayatın olmaması, ataerkil aile yapısı ve yeni evlilerin kendi evlerinde oturamaması gibi çeşitli sebeplerle insanlar köylerinden başta büyük şehir merkezleri olmak üzere, şehirlere ve kasabalara akın ettiler. Neredeyse tarımı unuttuk.
Başlangıçta düşük standartlara kanaat ederken, şehir yaşantısı ve zamanın ruhuna uygun olarak başta çocuklar üzere hanehalkının konforu ve beklentileri sürekli arttı. Eskiden lüks olan (otomobil, cep telefonu, klima, ithal kıyafetler, tatil, dışarıda yemek gibi) bir çok şey standımız haline geldi.
Yasama ve yürütme organı anayasa ve kanunlara göre kağıt üzerinde mevcut. Ama fiili durumda Cumhurbaşkanı ne derse; kanun da, kararname de, atama da, icraat da o…

Kanunlardaki düzenlemelerin bir çoğunu incelediğinizde zannedersiniz ki İskandinavya’da yaşayanlara göre yapılmış. Ama işiniz mahkeme ya da icra dairesine düştü mü, hele bir de alacaklı ya da davacı tarafsanız, herkes kör sağır dilsiz. Tebligat yapacak adres, borçluya ait gelir-malvarlığı bulunmuyor/bulunamıyor.  Paralar pul oluyor, suçlu ya da borçlu elini kolunu sallayıp, ortalıkta safahat sürüyor. Bu konularla ilgili olarak, hepimiz gitgide çok fazla tecrübe edindik ve edinmeye de devam ediyoruz.
Memur kendi hukukunu sonuna kadar korurken, vatandaşın önlerine işi gelince; iş yoğunluğu, personel yetersizliği, yazışma, tebligat vs. vs… İşin nasıl yapılacağı değil, de yapılamayacağının cevabı veriliyor.
Yıllar geçiyor ama davalar, icra takipleri bitmiyor. Sistem öyle kurgulanmış ki, haczedilecek 3 kuruşluk mal için orantısız yediemin paraları isteniyor.
O kadar çok özel ve devlet üniversitesi kuruldu ki, artık kapasiteler dolmuyor. Zannedersiniz ki, ülkenin temel meslek yeterlilik seviyesi lisans, önlisans…. Ancak işletmelerin temel ihtiyacı ara eleman. İşletmeler çalıştıracak adam bulamıyor. Suriyeli, Afgan ve diğer ülkelerden gelen göçmenler bu boşluğu dolduruyor. Ondan sonra da, hep birlikte şikayet ediyoruz.
Kamuya alınan personel liyakati ve görevinciddiyetliyle ilgili sorun büyük. Kamu ihalelerinde, yerelsellik esas olması ve herkesin önünden yemesi gerekirken, Aydın’daki, Hatay’daki, Sinop’taki, Kars’taki ihaleye İstanbul’dan yüklenici gidiyor. Ya da tam tersi oluyor.
Kayıt içindeki işletmeler her türlü maliyete katlanırken, kayıtsızlara kayıtsız kalınıyor. Mafya babaları bile internet üzerinden yayın yapıp, mağduriyetlerinden şikayet ediyorlar.
Bir ülkenin mamur ve yaşanabilir, güçlü bir ekonomiye sahip olabilmesi için başta eğitim, güvenlik, adalet, sağlık sistemlerinin sağlam ve ihtiyaçları karşılayabilecek şekilde oluşturulması gerekir. Kanunlar; menfaat veya iktidar sahiplerinin isteklerine göre değil, halkın ihtiyaçları ve evrensel hukuk kurallarına uygun olması ve tavizsiz uygulanması gerekir.Kamudaki görevlendirmelerde tek parametre mesleki yeterlilik ve liyakat olmalıdır. Adayın düşüncesi, cinsiyeti, memleketi, inancı, meşrebi değil. Özgürlüklerin sınırı toplumun ortak menfaati olmalı, devlet kişilerin düşünceleri çözmeye ve değiştirmek için çalışmamalı, aile ve kişilerin bireysel yaşam alanlarına girmemelidir. İnanç kişiseldir. Kimin neye inanacağına devlet karar vermemelidir.
Ülkemizin bulunduğu döviz, faiz, borç, ithalata dayalı üretim, düşük gelir, güvensizlik sarmalından çıkması için yeni bir hikâyeye ihtiyacı vardır.  Yerimiz kalmadı. Kısmet olursa, bir sonraki yazıda devam ederiz.

 

 

 

 

 

Loading

Engin Güner
Latest posts by Engin Güner (see all)
Paylaş :

Comment here