Yabancı bir kaynaktan (*) edindiğim bilgiye göre, gelişmiş ülkelerde 50 yıldır tavan yapan et tüketimi şimdilerde düşüyor. 1950 yılında İngiltere’de bir kişi haftada 20 gr tavuk, 250 gr kırmızı et tüketirken bugün haftada 250 gr tavuk, 120 gr kırmızı et tüketiyor. Kişi başına et tüketimi en yüksek olan ülkelerin başında gelen ABD’de 2007-2012 yılları arasında et tüketimi %9 azalmış. Almanya’da ise 2012 yılında kişi başına et tüketiminin 2 kg azaldığı tespit edilmiş.Gelişmiş, başka bir deyişle sanayileşmiş ülkelerde halen et tüketimi yine de yüksek ama duraklama dönemine girmiş durumda.
Gelişmekte olan (gelişmesini henüz tamamlamamış) ülkelerin çoğunda halen et yemek bir lüks olarak nitelendirilebilir. Bu ülkelerde 1 kg et yerel pazarlarda 3 ila 7 Euro’ya alınabiliyor ki, bu da birçok işçinin bir günlük kazancından fazlasına mal olacağı anlamına gelmekte.Şehirli orta sınıf arasında et tüketimi artmaya devam ediyor. Çünkü, mali durumu biraz daha iyi olanlar için et tüketmek bir statü, bir prestijişaretidir.
Gelişmiş ülkelerde yaşayanlar protein gereksinimlerinin %56’sını hayvansal ürünlerden karşılamayı tercih ederken, gelişmekte olan ülkelerdeki insanların ancak %18’i hayvansal ürünlerden yararlanabiliyor.
Ülkemizdeki duruma gelince; TÜİK verilerine göre Türkiye kırsalında “ücretsiz aile işçisi” olarak tanımlanan 2 milyon kadın çalışıyor. Kırsal alanda kadın istihdamı %35 olup, bu konuda Ülkemiz ortalaması %27’dir. 2013 yılı verilerine göre kırsal alandaki ücretsiz aile işçilerinin %96 kadarı kayıt dışıdır. Ne yazık ki, kırsal alanda yapılan hayvancılık dahil tarımsal üretim kadınlar için güvencesiz ve niteliksiz bir çalışma biçimidir. 2003-2012 yılları arasında et tüketimi yıllık %6,3 artarken, 2013-2022 yılları arasındayıllık artışın %2,5 olması bekleniyor.
Nüfus ve kentleşmedeki artış et tüketiminde de artışa sebep oluyor. Kentliler taşrada yaşayanlara göre daha fazla harcayabiliyor, daha fazla yemek yiyorlar. Özellikle daha fazla hayvansal ürün tüketme eğiliminde oluyorlar.
Türkiye’de ikinci dünya savaşı sonrası çok partili dönemde iş hayatında yaygınlaşmaya başlayan özelleştirme, otoriter düzenlemelerin kaldırılması, küreselleşme, serbest ticaret, para politikası, kemer sıkma politikaları, devlet harcamalarının azaltılması gibi neo-liberal politikalar tarımsal faaliyetin çekirdeğini oluşturan küçük aile işletmelerini körelterek saf dışı bıraktı. Tarımsal faaliyet giderek endüstriyel bir karakter kazandı. Doğal olarak hayvancılık da bu gidişten payını aldı.
Ülkemizde et üretiminin en büyük bölümünü oluşturan kırmızı etten kanatlı etine geçiş 1970’li yıllarda kümes tesislerinin çoğalmasıyla başladı. 80’li yıllarda sözleşmeli üretim modelinin uygulanması, modern yem fabrikaları ve kesimhanelerin devreye girmesiyle adeta bir sanayileşme devrimi geçiren kanatlı eti üretim ve tüketimi hız kazandı. FAO verilerine göre 1995 de toplam et üretiminin %70’i kırmızı et iken 2013 yılında %36’ya indi. Kanatlı eti üretimi de %30’dan %64’e yükseldi.
Dünya genelinde hayvancılık işletme kapasitelerinin ekonomik endişelerle hızla büyütülmesi ve işlenmiş et ürünlerinin giderek yaygınlaşması sonucu et üretim ve tüketiminde de hızlı bir artış yaşanmıştır. Bu gelişmenin sonucu, hayvanlarını meralarda besleyip, işletmelerinde veya mahalli mezbahalarda kesip kasaplara satan küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin büyük bir kısmı üretimden çekilmiştir.
Son zamanlarda birçok üretici etlerin nereden geldiğini, ithal olup olmadığını, nasıl üretildiğini, nasıl kesildiğini ve sağlıklı olup olmadığını sorgulamaya başladı. Sorgulamakla kalmayıp sanayi ürünü gıdaların tüketilmemesi yönünde bazı kampanyaların sosyal medyada yürütülmekte olduğu da biliniyor. Bazı görsel ve yazılı medyada, az et içeren beslenme biçimlerinin sağlıklı ve modern olduğuna dair yazılar yayınlandığını görüyoruz.
Et tüketiminde global olarak yaşanmaya başlayan bu karşı hareketin yakın geçmişte ortaya çıkan bazı olaylardan kaynaklanmış olabileceği düşünülüyor. Şöyle ki, “fastfoot” dükkanlarda son kullanma tarihi geçmiş etlerin kullanılması, yemlerde dioksin çıkması, deli dana ve kuş gribi hastalıklarının yarattığı panik, sığır eti ambalajından tek tırnaklı (at,eşek) etlerinin çıkması, medyada yer alan asılsız iddia ve yorumların yarattığı endişeler, büyük kapasiteli hayvancılık işletmelerinin sebep olduğu çevre kirliliği gibi benzeri riskli olaylar bu karşı hareketin doğmasının muhtemel sebepleri olarak sayılabilir.
Gelişmiş ülkelerde et tüketimi konusunda bir duraklama dönemine girildiği, küresel olarak üretim ve tüketim artış oranlarında düşme yaşandığı hususları üzerinde durulması gereken bir konu olduğu muhakkak. Ama şu anda ülkemizdeki et üretim ve tüketiminin düşmesindeki en büyük etkenin üretim maliyetlerde ve satış fiyatlarındaki aşırı artışın olduğunu da belirtmeden geçmeyeceğim. Gelişmekte olan bizim gibi ülkelerde ekonomik krizlerin yaşanmadığı normal piyasa koşullarında,dengesiz gelir dağılımına rağmen et üretim ve tüketimi artmaya devam edecektir.
(*)Yukarıdaki yazının hazırlanmasında Alman Heinrich Böll Stifteing Derneğinin “ET ATLASI 2014” isimli yayınından yararlanılmıştır.
- İhracat kısıtlaması ne durumda - Ekim 7, 2024
- Ülke nüfusu 85, kazan mevcudu 93 milyon - Ağustos 27, 2024
- Kuş gribi değil ihracat gribi - Haziran 27, 2024
Comment here